Uzakdoğu Semineri - IX: Avrasya Pastoral Göçebelerini Nasıl Tanımlayabiliriz?

Avrasya pastoral göçebeliği belli bir dönemde ortaya çıkmış, var olmuş ve sonunda yok olmuş bir yaşam tarzıdır. Bugün bu yaşam tarzını hâlâ sürdüren ufak gruplar varsa da, artık böyle bir yaşam bölgesinden bahsetmek mümkün gözükmemektedir. Bir zamanlar pastoral göçebelerin hâkim olduğu bozkırlara bugün medeniler hâkimdir. Belli bir dönem boyunca var olmuş bu yaşam tarzının adını koymaya kalkıştığımızda, bazı zorluklar belirir. Tam olarak neden bahsedildiği aslında pek net değildir. Her şeyden önce saf göçebelikten ve pastoral göçebelikten bahsetmek zordur. Bu yaşam tarzı belli bir süreç içinde çıkmıştır ve çoğu kez tarım topluluklarıyla melez yapılanmalar içinde var olmuştur. Bundan başka bu yaşam tarzının ekonomik, toplumsal, kültürel veya siyasi ya da hepsi birden kullanılarak mı tanımlanacağı konusunda bir fikir birliği de yoktur. Tarım toplumları dediğimizde temelde ekonomik bir bakış açısı yansıtmış oluyoruz. Neolitik, bakır, demir çağlarından bahsettiğimizde de temelde teknolojik bir bakış açısı kullanmış oluyoruz. Endüstriyel çağ derken yine ekonomik bir bakış açısı söz konusu olurken, birçok başka alanda da sadece devletsel bir bakış açısı karşımıza çıkıyor. Bu toplumların hem pastoral hem de göçebe oldukları konusunda bir fikir birliği mevcutsa da, tarım toplumları da dâhil olmak üzere geçmişteki toplumların büyük kısmının kendilerini üretim biçimlerine göre tanımlamadıkları görülüyor. Bu daha çok modern toplumlarda yaşayan bireylere ait bir yaklaşım. Örneğin bu konuyla ilgili olarak kendi çağımızda en sık kullanılan üç terim sanayi, demokrat ve modern sözcükleridir. Bu arada tabii tarım, feodal, üçüncü dünya, totaliter vb terimler de mevcut. Bunlar bizim önem verdiğimiz özelliklerden türetilmiş terimler. Bunun her çağda aynı olduğunu düşünmek gerekmiyor ama incelenen dönemlerde çoğu kez insanların hangi değerlerden yola çıktıklarını tespit etmek mümkün olmamaktadır. Bu da bu geçmiş dönemlerin bugünün bakış açısıyla adlandırılmasını getirmektedir ve bu adlandırmaların çoğu da üretim biçimlerine dayanan yaklaşımlardır, her ne kadar son yıllarda bunun dışında yaklaşımlar belirmişse de.


Bu konuda çok daha yaratıcı olmak gerekebilir. Pastoral yaşam tarzı aslında daha çok bir tepki olarak da görülebilir; belli bir üretim biçiminin parçası olmadan yaşama arzusunu ifade eden bir tepki. Köylülerin veya tarımla geçinen insanların yaşam biçimlerinin her bakımdan yaptıkları iş tarafından belirlendiği iddiasında bulunmak mümkünken, pastoral göçebeler için aynı iddia da bulunmak zor gözüküyor. Bir üretim biçimi elbette söz konusu ama bu üretim kendisini her alanda ifade etmeyebilir. Bu dönemde madencilik de var ve bu bölgede madenciliğin daha çok avcı-toplayıcı kökenli toplulukların işi olduğu ileri sürülmüştür. Asıl büyük değişimin pastorallerle madencilikle uğraşan topluluklar birleştiğinde gerçekleştiği düşünülmektedir. Avrasya göçebeleri bu noktada ortaya çıkmıştır ama bu toplumda üretim biçiminin madencilik olduğunu iddia etmiyoruz. Avrasya göçebelerini ortaya çıkaran en büyük değişiklik, eğer bir yaşam tarzından bahsedilecekse, ne pastorallik ne de göçebeliktir. Aradığımız değişiklik savaşçılıklarındadır.

En büyük değişiklik savaş teknolojisinde gelişmiş ve bunun da yansıması doğrudan siyasi alanda olmuştur. Bazı araştırmacılara göre ilk baştan beri kendi siyasi kültürüne, askeri zihniyet ve yöntemlerine ve dini işlevlerine sahip bir göçebe kimliği söz konusudur. Bu kimlik kısmen veya tamamen yerleşik kültürlerin katkılarıyla ortaya çıkmış olsa da (Çin ve İran’ın etkileri olmuştur), en azından Hsiung-nu döneminden itibaren (MÖ 3.yy) veya daha önce Kimmerler’den itibaren bozkırı merkez kabul eden ve kendisini yerleşik komşularından farklı gören bir göçebe dünya görüşünden bahsetmek mümkün gözükmektedir (Amitai ve Biran, 2005: 6). Göçebe imparatorlukların göksel veya semavi meşruiyete dayanan bir ideoloji geliştirdikleri görülüyor. Bu ideoloji Cengiz Han dönemine kadar sadece göçebe dünyasıyla bağlantılı görülürken, bu dönemden itibaren diğer yerleşikleri de kapsayan tüm dünyayı fethetmeyi getiren bir ideolojiye dönüşmüştür veya Moğollar bu ideolojiyi çok daha ciddiye almıştır diyebiliriz. Bu ideolojinin kabileler üstü oluşumlara meşruiyet kazandırmada kullanıldığını görüyoruz. Bu ideolojinin tarım toplumları açısından bakıldığında ne kadar bir din olduğu tartışılır. Tarım toplumlarında semavi meşruiyet yaklaşımı vardır ama Avrasya göçebelerinin aslında çok daha farklı bir oluşumdan hareket ettiklerini, onların Tengri inancının aslında bu semavi meşruiyet yaklaşımıyla ilgisi olmadığını, bunu daha sonra tarımsal toplumlarla karşılaştıklarında edindiklerini iddia edebiliriz. Avrasya göçebelerinin Tengri inancının aslında birçok açıdan yetersizdir; bu inanç veya ideoloji sürekli tarım toplumlarına ait inançlarla desteklenmiştir. Tarım medeniyetleriyle kenetlenen Avrasya göçebeleri neredeyse her zaman bu kenetlendikleri medenilerin dinlerini kabul etmiştir. Tengriciliğin çok daha farklı bir dünyaya hizmet ettiğini düşünebiliriz. Tarım toplumlarının dinleri kendileri birer eşya olan medeni çevrelere aitken, bu çevrelerdeki ilişkileri düzenlerken, Avrasya göçebelerinin inançları bir eşya olan çevreye ait değildir. Burada çok daha farklı bir dinsellik düşünmemiz gerekebilir.

Yorumlar