Roma /Bizans'ın Yeniden Güçlenmesi (9 ve 11. yüzyıllar)

Müslümanların Bizans’a karşı gösterdikleri performansın doruk noktaları, 674-78 ve 717-18 yılları arasında gerçekleştirmiş oldukları İstanbul kuşatmalarıdır. Fakat ilk üç Arap iç savaşı (656-61, 680-92 ve 747-51) Müslümanların saldırılarını büyük çapta zayıflatmıştır.[1] Toroslar’a kadar Bizans’ı ele geçirmiş Müslüman orduları bundan ileriye geçememiştir. Her ne kadar Anadolu içlerine yönelik Müslüman akınlarında neredeyse dokuzuncu yüzyılın ortasına kadar bir azalma görülmeyecekse de, Bizans için Müslümanlara karşı toprak kaybetme süreci sona ermiştir.

Bu dönemde Müslüman orduları Bizans ordularından kesinlikle çok daha büyüktür. Yağma grupları bile birkaç bin askerden oluşmaktadır. Araplar, istedikleri zaman çok kalabalık ordular çıkarabilmektedir. 717’de İstanbul’u 120.000 askerle kuşatmış, 782’de Bizans’ı 135.000 askerlik bir orduyla istila etmiştirler. Bizans, savaş alanına 80.000 asker bile çıkaramaktadır. Askeri alandaki bu büyük farkın nedeni, Müslümanların ekonomik açıdan bariz bir şekilde daha üstün olmasıydı. 800 yılında Müslümanların vergi geliri, Bizans’ınkinden neredeyse yirmi kat fazladır. Buna rağmen Arap orduları Toroslar’ın ötesindeki topraklarda ilerleme kaydedememiştir.[2]

Bunda, Arapların artık Arapların bulunmadığı topraklarda savaşmaya başlamış olmasının rolü vardır, ama bundan daha belirleyici olan unsur Anadolu’nun savunabilirliğidir. Toros dağları önemli bir engeldir. Bu engeli mevcut az sayıdaki geçitten geçmek zordur. Diğer bir seçenek, Fırat’ın yukarı kısmıdır. Daha çok Ermenilerin yaşadığı bu bölge, Anadolu’ya girişin en kolay olduğu yerdir. Bizans’ı avantajlı kılan başka unsurlar da mevcuttur. Heraklius, Araplara karşı verdiği mücadelede, toprak korumaktan çok ordularını koruma üzerinde yoğunlaşmış, Doğu ordularının üçte ikisini kurtarmayı başarmıştır. Hiçbir zaman Arap orduları karşısında kendi kuvvetlerini riske atmamıştır. Balkanlar’daki kuvvetleri konusunda çok fazla bir şey yapmayı başaramamışsa da (İliryum ordusunun büyük kısmı Avarlar tarafından yok edilmiştir), diğer bölgelerden elinde kalanları Anadolu’ya çekmeyi başarmıştır. Saldırı dalgası geçip Araplar Toroslar’da durdurulduğu zaman, Bizans kuvvetleri tamamen Anadolu’ya çekilmiştir. Trakya’da sadece günümüz Türkiye’sinin sahip olduğu kadar bir bölge kalmıştır. Bunun dışında, Girit, Kıbrıs, Sicilya adalarıyla Kuzey Afrika’da Tunus kalmıştır. Her ne kadar Bizans topraklarının büyük kısmını kaybetmişse de, yeni durum çok daha kolay savunabilir sınırlar sunmuştur. Savunulması gereken sınırların toplam uzunluğu fazlasıyla azalmıştır. O sırada en büyük tehlike olan Arap ordularının imparatorluğun başkenti İstanbul’a ulaşması, hem denizden hem de karadan olsun hayli güçtür. Ulaştıkları takdirde de, dünyanın en güçlü surları beklemektedir. Roma’nın bu kadar badireden sağ çıkmasının nedeni, bir bakıma surlarıdır. Başkent ele geçirilmediği sürece devlet ayaktadır.

Diğer yandan, Bizans içinde bulunduğu koşullara uygun bir savunma stratejisi oluşturmuştur. Savaş alanında bariz bir üstünlüğü olan Müslüman ordularına karşı bir tür gerilla savaşı geliştirmiştir. Her şeyden önce ordusunu ve imparatorluğu themalara bölerek, tüm kuvvetlerinin bir noktada yakalanması riskine karşı önlem almıştır. Themalar sayesinde ordu, imparatorluğun tüm yüzeyine yayılmış, böylece daha etkin bir koruma sağlanmıştır. Thema ilk başta ordu veya askeri güç anlamına gelen bir terim olmuştur. Başta strategos adı verilen bir askeri sorumlu (general) vardır ve kendine ait bölgesi olan themanın sosyal temelini, stratiot adı verilen askerlik hizmetiyle yükümlü özgür köylüler oluşturmaktadır. Askeri güç anlamına gelen thema zamanla askeri bölge ve en sonunda da bölge anlamına dönüşür. Sadece themanın askeri başı olan strategos, dokuzuncu yüzyılın ortasında idari yönetimin de başı olmuştur. Strategos bölgenin nihai yetkilisi olmuştur.[3]

Her ne kadar themaların ortaya çıkmasını sağlayan dönüşümün arkasında Heraklius’un olduğu iddia edilse de, themalara ilk olarak 660’ta II. Konstans dönemine rastlıyoruz. Aynı anda askeri arazilere, yani askerlere tahsis edilen arazilere de rastlamaya başlıyoruz. Askerlerin arazilere bağlanması bu dönemde görülmeye başlanıyor. Bunun önemli bir sonucu muhtemelen daha istekli savaşan askerler olmuştur.[4] Bir düşünceye göre, themaların yaratılmasının arkasındaki ana neden mali konumu güçlendirmektir. Bu mali çözüm uzun vadede gayet olumlu bir askeri bir çözüm de olmuştur.[5] Themalar, daha çok savunmaya yönelik bir çözümdür. Hızlıdırlar ve her yerde istilacılara müdahale edebilmektedirler. Araplar ilerlerken, onları rahatsız ederek süratle kalelere çekilen themalar, asıl etkilerini Araplar geri çekildikten sonra gösteriyor ve Araplar tamamen geri çekildikten sonra da kaybedilen toprakları geri alıyorlardı. Araplar yağma yapabiliyor ama toprak ele geçiremiyordu. Araplar için bir başka sorun da savaş koşullarının hem farklılaşmış hem de zorlaşmış olmasıdır; ne dağlarda ne de çetin kış koşullarında savaşmaya alışkındırlar.

Diğer yandan, Bizans’ın Arap akınlarından savunulmasında etkili bir çözüm olan thema sistemi, imparatorluğun siyasi istikrarını tehlikeye sokan ciddi bir tehdit de olmuştur. Ellerinde çok fazla yetki oluşmuş thema sorumluları olan strategoslar ve kontlar, imparatorluğun yönetilmesine, özellikle imparatorların seçilmesine çok daha sık karışır olmuştur. Profesyonel ordulardan thema sistemine geçiş veya imparatorluğun içinde bulunduğu koşullardan ötürü böyle bir sistemin belirmesi, altıncı yüzyıldan itibaren görülmeye başlamış olan, askerlerin siyasete daha fazla karışmaları sürecini daha da güçlendirmiştir. Askeri örgütlenmenin yerelleştirilmesi, askere kaydolma işlemlerinin merkezi otoritenin kontrolünden çıkması, thema birliktlerinin konuşlanmış oldukları yerel topluluklardan gelmesi, merkezle taşra arasındaki ilişkinin dayanağı taşra kentlerinin ortadan kalkması, bunların yerini orduların alması çok farklı bir ilişkinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Themalar aynı zamanda taşranın, yerelin tepkilerinin sözcüsü durumuna gelmiştir. Themaların arka arkaya imparator değişimlerini etkilemeye başlaması, isyanlar başlatmaları ve de koşulların daha saldırıya yönelik bir ordu gerektirmesi, sekizinci yüzyılın ortalarında V. Konstantin’in daha esnek bir sistemi temsil eden tagmatanın yaratmasını getirmiştir. Hareketli ve merkeze bağlı orduyu temsil eden tagmata’nın daha çok themaların merkez karşıtı faaliyetlerini dengelemek için kurulduğu da söylenebilir. İstanbul çevresindeki Opsikan themasının gücünün azaltılması için kurulan tagmata, daha sonra etkili bir savaş gücüne dönüşmüştür. Fakat bu yeni oluşum, themalarla merkez arasındaki karşıtlığın daha da siyasileşmesine de getirmişti. Böylece ordu ikili bir yapıya bürünmüştür: Bir yanda merkezi otoriteyi, yani devleti temsil eden tagmata, diğer yandaysa taşrayı temsil eden themalar.[6]

Sekizinci yüzyılın sonundan itibaren, taşra aristokrasisi her bakımdan, özellikle nüfuz alanı, zenginlik ve askeri statü konularında güçlenmeye başlamıştır. Onuncu yüzyılın başından itibaren askeri mevkiler aristokrasinin kontrolüne geçmiştir. Merkez, aynı zamanda büyük toprak sahipleri durumuna gelmiş bu asker-patron taşra aristokratlarının bir yandan daha fazla güçlenmelerini, diğer yandan da sayılarının artmasını önlemek için hem arazi kanunlarını değiştirmeye hem de themaları parçalayarak küçültmeye çalışmıştır. Merkezle taşra arasında neredeyse Malazgirt Savaşı’na ve Oğuzların (Selçuklular ve Türkmenler) Anadolu’yu ele geçirmesine kadar sürecek bu mücadele, özellikle imparatorluğun doğu sınırındaki themalarda Fokaslar ve Skeleroslar gibi çok güçlü ailelerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.[7] Sınırdaki savaş koşullarının bu bölgedeki halk arasında daha büyük bir kenetlenmeye ve bu yörelerdeki askeri birliklerin güçlenmesine neden olduğu da gözden kaçırılmamalıdır.

Arapların Bizans İmparatorluğu üzerindeki bir başka etkisi de, Ermenilerin Bizans topraklarına göç etmeye başlamalarını sağlamaları olmuştur. Bizans topraklarında ve topraklarında Ermeniler her zaman bulunmuştur ama sekizinci yüzyıla kadar sayıları az olmuştur. Bu andan itibaren Ermeni bölgelerindeki Arap politikasının değişmesi sonucu birçok nakar maiyetleriyle birlikte Bizans topraklarına göç etmiştir.[8] Nakarlıklar, babadan oğula aktarılan klan beylikleridir. Ermeni bölgeleri bu dönemde aralarında sürekli mücadele eden çeşitli nakarlardan ibarettir ve erken ortaçağda (bu dönemde) yüzün üzerinde nakar vardır. Bunlardan önemli kabul edilebileceklerin sayısı elli kadarken, tüm Ermenistan’da hegemonya oluşturabilecek güçte olanlar beş veya altı tanedir (Artsruni, Bagratuni, Mamikonyan, Kamsarakan vb).[9] Sürekli kendi aralarında savaş halinde olan bu nakarlar, 653’te egemenliğini kabul ettirmiş Arap yönetiminden ilk başta memnun olmuştur. Fakat Abbasi dönemi ve özellikle de Harun ür Reşid’le (786-809) birlikte Arap politikası değişmeye başlamıştır. Bir yandan vergiler yükselmiş, diğer yandan Araplar bu bölgeye yerleştirilmeye başlamıştır. Araplar 774’te Nakarların isyanını kanlı bir şekilde Bagrevand’da bastırmış, 780’de de İberya aristokrasisini dize getirmiştir. Bizans’a doğru 700’de başlamış Nakar göçü bu olaylarla birlikte 790’da daha da artmıştır.

Ermeniler’in Bizans topraklarına gelişlerinin tek nedeni Araplar değildir. Zaman zaman bu topraklara akınlar düzenleyen Bizans orduları da yanlarında Ermeni gruplar getirmiş ve imparatorluğun çeşitli bölgelerine yerleştirmiştir. Fakat Ermenilerin Bizans topraklarına ciddi şekilde göçü, dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren Bizans’ın bu toprakları ele geçirmeye başlamasıyla gerçekleşmiştir. Bizans bir yandan da yeni ele geçirilmiş kentlerdeki Müslüman nüfusun yerini almaları için de Ermenileri getirmiştir. Onuncu yüzyıl Ermenilerin batıya doğru yayılmalarının doruk noktasıdır; bu dönemde Kapadokya ve Kilikya’ya yerleşmişlerdir. Ermeniler aynı zamanda yedinci yüzyılda önemli bir asker kaynağı olan İlirya’nın kaybedilmesinden sonra Bizans ordusuna asker de sağlamıştır. Ermeni topraklarının Bizans tarafından ele geçirilmesinden sonra Ermenilerin Bizans ordusundaki rolü ciddi şekilde artmıştır. Artış sadece Bizans ordusundaki Ermeni askerlerinde değildir, ama Bizans’ın başarılı kumandanlarının da önemli bir kısmı Ermenilerden gelmeye başlamıştır. İmparatorluğun siyasi ve askeri yaşamında önemli roller almaya başlayan Ermenilerin arasında, Bizans’ın en başarılı dönemini temsil eden Makedonya hanedanını kuran I.Basil de vardır. Bu dönemde (867-1025) Bizans tahtında oturan her imparator ya tamamen ya da kısmen Ermeni olmuştur. Öyle ki bu dönemde, eğer Bizans/Roma devletine etnik bir kimlik yakıştırmak gerekirse, bir Rum-Ermeni imparatorluğundan bahsetmek mümkündür.

Sonuç olarak themalar başarılı bir savunma sergilemiştir. Themaların ortaya çıkmasından sonra çok fazla toprak kaybı olmamış ve olan kayıplar da (Kilikya ve Ermenistan) daha çok Bizans’ın iç karışıklıklarından ötürü olmuştur. 840’larda İmparator Teofilus, Bizans’ın askeri gücüyle ilgili çeşitli reformlar gerçekleştirmiştir. Askerlerin ücretlerini arttırmış, ordunun komuta zincirini ve themaları yeniden örgütlemiştir. Çeşitli dağ geçitlerinin çevresinde yeni themalar oluşturulmuştur. Bizans savunması biraz daha güçlenmiştir, ama muhtemelen uzun süredir savunmada kalmaya alışmış olduğundan ötürü Bizans imparatorluğu bir türlü saldırıya geçememiştir. Dönüm noktası 863’te, Malatya Emiri Ömer’in kuvvetleri bir akın sırasında tuzağa düşürülmesi ve tamamen yok edilmesiyle gelmiştir. 900’de VI. Leo Arap topraklarını ele geçirmeye başlamıştır. 912’de Araplar Torosların gerisine atılmış, Ermeni klanları da Bizans’ın tarafına geçmeye başlamıştır. II.Nikeforus’un 961’de Araplar’dan Girit’i almasının ardından, Kilikya, Kıbrıs, Ermenistan’ın neredeyse tamamı ve Suriye’nin bir kısmının fethedilmesi gelmiştir. I. Ioannes (John Tzimisez) Bulgaristan’ı ve 976’da ölümünden önce de Suriye’nin bir kısmını daha Bizans’a katmıştır. Bizans’ın sınırlarını epey genişleten II. Nikeforus ve I. Ioannes, bir yandan ele geçirdikleri toprakları yeni themalar halinde örgütlemiş, bir yandan da Bizans ordusunu büyütmüştürler. Onların zamanında Bizans ordusu 200.000 askere ulaşmıştır. Bu iki imparatorun ardından onuncu yüzyılın sonunda, II. Basil’in başa geçmesiyle themalarla merkezi idare arasında iç savaşlar patlak vermiş ama imparator bu iç savaşlardan zaferle çıkmıştır. Bulgarları ortadan kaldıran ve Ermenistan’ın geri kalan kısmını da ele geçiren II. Basil zamanında imparatorluk en güçlü dönemini ulaşmıştır. 1025’te II. Basil öldüğünde Bizans İmparatorluğu genişlemiş, vergi gelirleri de artmıştı. Arap tehlikesini savuşturmuş olan Bizans artık refah içindedir.


II.Basil dönemi sonunda Roma/Bizans (1025) (Kaynak: Wikimedia.org)




[1] Kaegi, 243
[2] Treadgold, 210
[3] Whittow, 171
[4] Treadgold, 24
[5] Treadgold, 207
[6] Haldon, VII
[7] Treadgold, 1997
[8] Charanis
[9] Whittow

Yorumlar