Roma İmparatorluğu'nun Hıristiyanlaşması I

Ortaçağ tektanrılı dünyaya geçişi mi temsil ediyor?

Daha önce bahsetmiş olduğumuz gibi, ortaçağa geçişte gözlemlenen en önemli değişikliklerden biri kutsal boyutundadır. Kutsal boyutunda gözlemlediğimiz bu büyük değişiklik, çoktanrılı dünyadan tektanrılı dünyaya geçiştir. İlk bakışta doğru gözüken bu iddia aslında bazı sorunlar içermektedir. Antikçağ olarak adlandırdığımız dönemde de tektanrıcılık gözüküyor. Yani tektanrıcılık sadece ortaçağa özgü bir görüngü değildir. Her şeyden önce, çok yaygın olmasa da Yahudilik vardı. Diğer yandan, antikçağın son dönemlerinde Yunan felsefesi veya Yunan çoktanrıcılığı tektanrıcılığa doğru gidiyordu ki aslında bunu kısmen başarmıştı da. Bir yandan tanrıların-tanrısı gibi yaklaşımlar belirirken, bir yandan da neredeyse tektanrıcı diyebileceğimiz inançlar ortaya çıkıyordu. İnsanlar kutsal olarak adlandırdığımız boyutu, bir şekilde teklikle, tektanrıcılıkla özdeşleştirmeye başlamıştı ki, bu bizi bunun ortaçağda ortaya çıkmış bir değişiklik olmadığı sonucuna getirir. Eğer bu gelişme antikçağda başladıysa, o zaman ortaçağı antikçağdan ayıran en önemli değişikliklerden birinin tektanrıcılığa geçiş olduğunu iddia etmek garip değil midir?

Evet, burada bir gariplik söz konusudur ama bu iki dönem arasında bir kopukluktan bahsetmemize neden olan büyük değişiklik de zaten bu değildir. En büyük değişiklik, bir yandan doğru inanç anlayışının, bir yandan da insanları doğru inanca çekme, inançlarını değiştirmeye zorlama pratiğinin, yani misyonerliğin belirmiş olmasıdır. Başka bir açıdan baktığımızda üzerinde durduğumuz büyük değişiklik, antikçağın hoşgörü anlayışının ortadan kalkmış olmasıdır. Çünkü doğru inanççılık doğru olan anlayışın aynı zamanda tek olmasını da getirmiştir. Antikçağda bu iki fikir de kitleler arasında tutunamamıştır ki, bu dönemde bu tür fikirlerden bahsedilmediğini bile söyleyebiliriz. Hıristiyanlık hem doğru inanç hem de insanların bu inanca katılması gerektiği iddialarıyla gelmiştir. Büyük değişiklik buradadır. Hem tek tanrı hem de Tanrı’nın sevgili kulları fikirleri ortaya çıkmıştır. Tanrı’nın sevgili kulları, daha sonra göreceğimiz gibi, çoğu kez açık veya kapalı şekilde zaman zaman Tanrı’nın seçilmiş halkı fikrine de dönüşmüştür.

Bu arada tektanrıcılık meselesine tekrar döndüğümüzde aslında çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa geçilmemiş olduğunu görürüz. Çünkü tektanrıcılık zaten vardı. Helen felsefesinde ve Helenistik felsefede tektanrıcılık çabaları vardı. Bu çabaların bir kısmının tektanrıcılığa ulaşmış olduğu bile söylenebilir. Fakat söz konusu olan hâlâ tek bir tanrı değil, tanrıların tanrısıydı. En tepede tüm tanrıların başı konumunda bir tanrı olsa da ve bu anlamda bir tektanrıcılık söz konusuysa da, mevcut ortam hâlâ çok tanrılıydı. Fakat burada asıl mesele tektanrıcılık zihniyetleri arasındaki farklılıktır. Hıristiyanlık diğer tektanrıcılıkları kendi tektanrıcılığından ayırmıştır ve bu akımlarla aynı kefeye konmasına şiddetle karşı çıkmıştır. Bunun nedeni, tanrıların tanrısı yaklaşımı ile kendi yaklaşımı arasında tanrıların veya kutsal figürlerin sayısı açısından bir fark olması değildi. Hıristiyanlığın tektanrıcılığı filozofların ve elitlerin düşünerek vardığı, yani yapmış oldukları gözlem ve kafa yormaların ürünü olarak ortaya çıkmış bir tektanrıcılık değildi. Hıristiyanlığın tek tanrısı, Eski Ahit’tin kendisini Hz. İsa’yla gösterdiği Tanrı’ydı. Burada çok farklı iki zihniyet söz konusudur. Hıristiyanlığın tanrısı zaten vardı ve kendisine itaat edilmesini istiyordu. O, mantıksal açıdan olması gereken bir sonuç, bir çıkarsama değildi. Kendisini göstermişti ve kendisine itaat edilmesini buyuruyordu. O her zaman vardı ve her zaman da olacaktı. İnsan Tanrı’nın yaratısı, onun kuluydu ve yegâne amacı onun buyruklarına itaat etmekti. Antikçağ zihniyetinin tanrı fikri kısmen pratik olmaya dayanıyordu. Bu zihniyetin tek tanrısı insana yardımcı olan, insanın amaçları için kullanılabilecek bir tanrıydı. Bu tanrı, insana yararlı olmadığında terk bile edilebiliyordu. Eğer Hıristiyanlık bir şeyin benzeriyse, bu Yahudilikti. Tektanrıcılığa ulaşmış Helenistik felsefeler veya inançlar hâlâ aynı türden bir anlayış getirmiyordu. Hıristiyanlık tektanrıcılığa böyle bir fikir makul gözüktüğü veya bir yığın tanrı arasından bir tanesi sivrildiği için ulaşmamıştı. Bir Tanrı vardı ve kendisine inanılmasını ve de itaat edilmesini talep ediyordu. Dindarlıkta Hıristiyanlıkla birlikte ortaya çıkmış bu yeni zihniyet sonunda Roma İmparatorluğu’yla bütünleşmiş ve ardından zamanla Hıristiyan bir imparatorluk, dini topluluğa dayanan ve onu temsil eden bir imparatorluk belirmiştir; antikçağın çoktanrılı Roma İmparatorluğu ortaçağın Hıristiyan Roma veya Bizans İmparatorluğu’na dönüşmüştür.

Yorumlar