Kayıtlar

Mayıs, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İstanbul'un Fethinin Kutlanmasına Dair

Epey özgürce davranmışsın geçmişi kurgulamada. Yazını okuyunca, sanki Orta Asyalılar atlarına atlayıp koştura koştura İstanbul’u fethetmeye gelmişler gibi bir izlenim ediniyor insan. Sürecin İslami boyutuna neredeyse hiç değinmemişsin. Oysa İstanbul’un fethi daha ziyade bir İslami ideal olarak çıkıyor karşımıza. Oğuzların Anadolu’ya gelmelerinin ardında da iki temel itici güç var. İslam, yani Hıristiyanlarla savaş, ve kısmen de göçebelerin otlak veya yeni bir yaşam arayışı. Ayrıca Anadolu’ya Oğuzların gelişinden çok önce Müslümanlar Bizans veya Roma’nın kapılarına dayanıyor, topraklarını işgale başlıyor. Oğuzlar boy göstermeden çok önce başlamış bir saldırı var ve onun Orta Asya’nın göçebeleriyle bir ilgisi yok. Çok daha önce İstanbul Müslüman Araplar İstanbul’u 1453’den önce birkaç kez kuşattı. İki önemli sorun var yazında. Birincisi İstanbul’un fethinin neredeyse tamamen İslam’a atfedilecek boyutunu atlıyorsun. Bu İslam’ın hedefiydi ve bugün de İslam’ın yeni bir icadı olarak ka

Roma İmparatorluğu'nun Hıristiyanlaşması I

Ortaçağ tektanrılı dünyaya geçişi mi temsil ediyor? Daha önce bahsetmiş olduğumuz gibi, ortaçağa geçişte gözlemlenen en önemli değişikliklerden biri kutsal boyutundadır. Kutsal boyutunda gözlemlediğimiz bu büyük değişiklik, çoktanrılı dünyadan tektanrılı dünyaya geçiştir. İlk bakışta doğru gözüken bu iddia aslında bazı sorunlar içermektedir. Antikçağ olarak adlandırdığımız dönemde de tektanrıcılık gözüküyor. Yani tektanrıcılık sadece ortaçağa özgü bir görüngü değildir. Her şeyden önce, çok yaygın olmasa da Yahudilik vardı. Diğer yandan, antikçağın son dönemlerinde Yunan felsefesi veya Yunan çoktanrıcılığı tektanrıcılığa doğru gidiyordu ki aslında bunu kısmen başarmıştı da. Bir yandan tanrıların-tanrısı gibi yaklaşımlar belirirken, bir yandan da neredeyse tektanrıcı diyebileceğimiz inançlar ortaya çıkıyordu. İnsanlar kutsal olarak adlandırdığımız boyutu, bir şekilde teklikle, tektanrıcılıkla özdeşleştirmeye başlamıştı ki, bu bizi bunun ortaçağda ortaya çıkmış bir değişiklik ol

Merhaba Onur bey,

Aslında geçen hafta aklımdan böyle bir fikir geçmişti ama çok önemsememiştim. Benim için bir insanla ilişkiye geçtiğimde önemli olan, tartışmanın kendisidir. Bir bütün olarak kim olduğundan ziyade, o sırada konuşulan veya tartışılan konudaki duruşuyla, yani tarzıyla ilgilenirim. O yüzden bir tartışmanın olumsuz geçmiş olması, o kişiyle yapacağım diğer tartışmaları genelde etkilemiyor. Çünkü özden çok diyalogla ilgileniyorum. Diyaloglarda karşılıklı oluşur. Olumsuz izlenim edinmiştim ama bu izlenimimi, örneğin daha sonra aynı adla gelen yorum iletisinde sürdürmedim. Sorular çekici ve tartışma güzelse, anlaşmazlığı sürdürmenin bir alemi yok. Barbunjani araştırmasına gelince, aslında cevap verecektim. Ama o sırada araya başka işler girdi ve geciktim. Daha sonra da, üzerinden fazla vakit geçti diye cevap yazmaktan vazgeçtim. Yoksa özel bir garezim yoktu. Görüşlerimizin her zaman uyuşması gerekmiyor. Üstelik bir bakıma böylesi daha da iyi. Uyuşmazlıklar sorulara, sorular da yeni açılımlara

Roma İmparatorluğu'nun İkiye Bölünmesi

Resim
Bizans’ın öyküsünün doğal olarak Roma İmparatorluğu’yla başlaması gerekiyor. Daha önce belirtildiği gibi, Bizans adı altında farklı bir devlet hiçbir zaman olmamıştır. Bizans aslında Roma İmparatorluğu’nun kendisidir ama biçim değiştirmiş kendisidir. Bizans İmparatorluğu’nun başlangıcı genelde Roma İmparatorluğu’nun bölünmesiyle başlatıldığından, burada da aynı yaklaşım sürdürülecektir. Antikçağdan ortaçağa geçiş sırasında görülen en önemli siyasi değişikliklerden biri Roma İmparatorluğu’nun idari açıdan bölünmesidir. Bu bölünmenin kendisi ortaçağa geçişi getirmemiştir. Ne de böyle bir geçişten ötürü Roma İmparatorluğu ikiye bölünmüştür. Ortaçağ bu bölünmeden çok sonra gelmiştir ama ortaçağda göreceğimiz siyasi harita büyük çapta bu bölünmenin ürünüdür. Roma İmparatorluğu gerçekten de bölünmüştür ama bu bölünme iki farklı devletin ortaya çıkarılması için yapılmamıştır. Bu bölünme de temel amaç çok büyük boyutlara ulaşmış imparatorluğun idaresini kolaylaştırmak, onu düşmanlarına

Anadolu'da Türkçenin Yayılması Üzerine

Sorular yormuyor, aksine iyi oluyor. Farklı konular üzerinde düşünmeye sevk ediyorlar. Ama her sorunun cevabını veremeyebilirim ve yanıtlarım zaman alabilir. Tabii bu arada bazı soruların da, eldeki verilerin yetersizliğinden ötürü şu anda cevaplandırmak mümkün olmayabilir. Elimden geleni yapacağım ama bu blogda akademik yazım biçimini benimsemediğimi de belirtmek istiyorum. Ara sıra böyle yazılar koyabilirim ama genelde kaynak belirtmeden yazıyor ve spekülasyonlara daha çok yer veriyorum. Türkçenin nasıl yayıldığını bilmiyoruz. Diğer dillerin nasıl yayıldıkları konusunda da benim pek bilgim yok. Ama eğer sadece Anadolu’dan bahsedeceksek, şu ana kadar ayrıntıları pek aydınlatılamamış bir de Yunancanın yayılması sorunu var. Çünkü Yunanca antikçağın sonunda Helenlerden bağımsız olarak yayılıyor. Ardından da Türkçe geliyor. Yani Türkçenin yayılmasına benzer şekilde bir de aydınlatılması gereken Yunancanın yayılması var. Doğal süreçten kastım, zorla dil öğretme hariç her şey. Yani mod

Anadolu'da Türdeşleşmenin Başlaması - Türdeş Coğrafya

Anadolu’nun geçmişinde çeşitli grup veya toplulukların var olduğunu kanıtlamaya gerek yoktur; farklı topluluklar her zaman var olmuştur. Burada grup veya topluluktan kastedilen, kendilerini diğerlerinden bir şekilde farklı gören insanların bir araya gelerek oluşturdukları birimlerdir. Gruplar çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir: kültürel, dini, dilsel, etnik vb. Bu grupların hepsi aynı anda var olmayabilir. İnsanlar kendilerini dini gruplar şeklinde örgütlerken bugün etnik grupları anlatan terimler kullanmış olsalar da, bir etnik yapılaşma kastetmemiş olabilirler. Geçmişe bakarken bu farklılıkları dikkate almamız gerekmektedir. Bugün hepimiz etnik bir dünyanın üyesi olduğumuz ve bu yüzden de tüm toplumsal meselelere etnik kavram ve bakış açıları doğrultusunda yaklaştığımız için, geçmişe bakarken etnik kimliğimizi bir kenara bırakmamız gerekmektedir. Günümüz dünyasıyla dünün dünyası arasında çok büyük farklar olabileceğini unutmamalıyız. Antikçağdan çıkmakta olan Anadolu’da top

Ortaçağ

Eğer konu Anadolu ve özellikle de Orta Asya göçü olacaksa, bu göçün nasıl bir dünyaya olduğunun incelenmesi gerekiyor. Oysa bugüne kadar genellikle tersi söz konusu olmuş. Dikkatler sadece gelenler üzerinde yoğunlaştırılmış (hâlâ da öyle) ama gelinen yer ve buradaki dünya üzerinde durulmamış, bu anlaşılmaya çalışılmamış. Orta Göçü, gelenler boş veya nispeten boş bir yer buldular şeklinde kurulunca tabii ki böyle bir tartışmaya da gerek kalmıyor. Ama eğer bunu tersi söz konusu olmuşsa, en azından böyle bir ihtimal tartışmalara dahil edildiğinde, o zaman gelinen yerin anlaşılması şart oluyor. Dolayısıyla, Bizans olarak adlandırılan Hıristiyan Roma veya Doğu Roma dünyasına bakmak ve bu bağlamda ortaçağı bir şekilde tanımlamak, bu konuları en azından bir parça irdelemek gerekiyor. Birkaç gün önce Bizans üzerine bir şeyler koymuştum. Şimdi de ortaçağ üzerine sanırım birkaç yıl önce yazdığım ders notlarını ekliyorum. Ardından tekrar Bizans’la devam ederek Malazgirt’e bu sefer de batı isti

Anadolu'ya Oğuz Göçü Tartışması - Türkçeleşme ve Türkleşme Üzerine 2

Tekrar söyleşiyle başlayayım. Orta Asya göçü bir efsane başlığı kesinlikle benim değil. Söyleşi içindeki aynı cümleye gelince, açıkçası emin değilim. Ben genellikle konuşma ve yazılarımda mit kelimesini kullanırım, bilemiyorum. Fakat bu cümlenin söyleşi içindeki konumuyla bir sorunum var. Daha önce belirttiğim gibi, bu cümleyi Orta Asya göçü olmamıştır anlamında sarf etmek, Orta Asya göçü olmuştur ama abartılmıştır, bir kurucu mite dönüştürülmüştür şeklinde bir görüş bildirmekten farklı. Benim demek istediğim, zaten yazıdan da belli oluyor; ikincisiydi. Göç elbette olmuştur ama bu toprakların tarihini sadece bu göçe indirgemek ve bu göçle açıklamak mitsel bir çabadır, bir tarihsel mit yaratma çabasıdır ve bu açıdan bakıldığında gerçekleri yansıtmamaktadır. Söylemek istediğim buydu. Aklıma gelmişken sorayım. Türkleşmeyle ilgili yazınızda, Türkmenler'in yerli halkları müslmanlaştırmak için çabaları olduğunu ama türkleştirmek için bir çabaları olmadığını yazmışsınız. Peki öyleyse

Anadolu Yer İsimleri

Yer isimleri konusunda sanırım kesin bir yargıda bulunmadım. “Bence çok daha geçerli bir ipucu yer isimleri. Yer isimlerinin Cumhuriyet dönemine kadar varlığını sürdürmüş olması, o yerlerin hiçbir zaman tamamen boşaltılmadıklarına işaret edebilir” derken, Anadolu’nun tamamen boşalmış veya nüfusun çok seyrekleşmiş olduğu tezine karşı konuşuyordum. Eğer isimlerin büyük kısmı değişmemişse, demek ki temas olmuş. Birkaç yer söz konusu olsaydı, çok önemli olmayabilirdi ama batıdan doğuya topyekûn bir durumla karşı karşıyayız. Burada iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi isim değiştirme merakı olmadığı. İsimleri ne Türkçeleştirmeye ne Araplaştırmaya çalışmamışlar. Böyle bir kaygı yok. O zaman özel bir Türkçeleştirme çabasının olmadığını düşünmek daha makul. Eğer Türkçeleşme olmuşsa, doğal yollarla ve pratik kaygılar doğrultusunda olmuş. Tabii bir seçenek de, bu isimlerin öğrenildiği, daha sonra yerlilerin gitmek zorunda bırakıldıkları, kalanların da isimleri değiştirmeye kalkışm

Bizans'ın Künyesi

Tartışmaların gidişatına bakınca sonunda Bizans'ın da atartışılmasına geleceğiz gibi gözüküyor. Bu konuyla ilgili bazı notlarımı da eklemek iyi olur diye düşündüm. Bu ilki. Bizans’ın künyesini tartışmaya kalkıştığımızda ilk olarak Bizans denen bir imparatorluğun hiçbir zaman var olmamış olduğunu görürüz. Türkçeye Bizans olarak çevrilebilecek Byzantion adında bir yer ve kent olmuştur. O bugünün İstanbul’udur. Fakat kendisine Bizans diyen bir imparatorluk hiçbir zaman var olmamıştır. Böyle bir imparatorluk İstanbul Osmanlılar tarafından fethedildikten çok sonra icat edilmiştir. Bizans adını, Roma İmparatorluğu’nun antikçağdan sonraki evresini adlandırmak için, Avrupalı tarihçiler kullanmıştır. Bizans adını (Byzantion adını ve Byzantinos sıfatını) ilk kez Alman tarihçi Hieronymus Wolf 1562’de kullanmıştır. [i] Yunanlı tarihçi Paparrigopulos 1872’de yayınladığı Helleniku Ethnus (Yunan Milletinin Tarihi) adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Bugün kendimize “Hellenes” (yani Yuna

Anadolu'ya Oğuz Göçü Tartışması - Türkçeleşme ve Türkleşme Üzerine

Sabah gazetesinde yayınlanan söyleşideki “Orta Asya göçü bir efsane” sözü bana ait değildi. Bu söyleşi sırasında böyle bir söz sarf etmedim ama söyleşiye öyle bir başlık benim bilgim dışında eklendi. Açıkçası hiçbir zaman Orta Asya’dan bir göç olduğunu reddetmedim ki, böyle bir şey yapmam aptallık olurdu. Ama gazete sanırım sansasyonel bir haber üretmek için böyle bir başlık seçti. Ortaya çıkan gürültünün daha fazla büyümemesi için ben de üzerine gitmedim bu kasti hatanın. Bu söyleşiye Virgül dergisinde çıkan yazım yol açmıştı ve orada benim seçtiğim başlık “Orta Asya’dan Anadolu’ya Gelen Oldu mu?”ydu. Yazı okununca böyle bir göçü reddetmediğimde görülüyor. Bu konuyla ilgili olarak benim şu anda ulaştığım nokta, meseleyi bir Orta Asya katkısının tartışılması şeklinde ortaya koymak. Genelde bir Oğuz göçünden bahsediyoruz ama ben bunda bile acele edilmemesini düşünüyorum. Ortada bir Orta Asya göçü miti var. Bir de gerçekten bir göç var. Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor. Or