Kayıtlar

Nisan, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ortaçağda Avrasya Bozkırları I

Ortaçağda Avrasya kara parçasının önemli unsurlarından biri de bozkırlar ve burayı yaşam alanı edinmiş pastoral göçebeliktir. MÖ 1000 yıllarında belirmeye başlamış pastoral göçebelik veya göçebe pastoralcilik ortaçağda en gelişkin haline ulaşmış, medeniyetlerle ilişkiye giren ve sık sık da onlar rahatsız eden bir güce dönüşmüştür. Pastoral topluluklar, özellikle bozkır konfederasyonlarıyla, medeniyetlerin ciddiye alması gereken bir güç olmuştur. Nitekim klâsik dönemin kapanışını temsil eden, batıda Roma İmparatorluğunun büyük darbe alması ve doğuda da Han imparatorluğunun ortadan kalkması şeklinde tasvir edilen sürecin ardında bozkır topluluklarının hareketleri vardır. Bozkırların pastoral göçebeleri hiçbir zaman medeniyetler oluşturmamıştır. En fazla komşu medeniyetleri ele geçirerek bu dünyanın parçası olmuşlardır ama bu gibi durumlarda bile medeniyetler dünyasını bozkırlardan ayıran çizginin kuzeyinde pastoral göçebelik varlığını sürdürmüş, en ufak bir değişiklik geçirmemiştir. Pas

Avrasya ve Arabölge Kavramı


Resim
Kitsikis'in Arabölgesi 1 Avrasya kadar büyük bir toprak parçası ne tür bölgelere ayrılırsa ayrılsın, muazzam büyüklüğünden ötürü birbirinden kültürel açıdan çok uzak ve kopuk iki bölgenin ortaya çıkması kaçınılmaz gözüküyor: Doğu Asya ve Batı Avrupa. Nitekim Osmanlı tarihçilerinden Kitsikis Avrasya’yı Batı, Doğu ve Arabölge şeklinde üçe böler. Tam olarak Kitsikis’in Arabölgesi’nin sınırlarıyla çakışmasa da, Avrasya ve hatta Afrasya’da bir ara bölgenin varlığından bahsetmek yerinde gözüküyor. Ama burada Avrasya bozkırlarının ne kadar Arabölge’nin parçası olduğu tartışmaya açıktır. Arabölge’nin medeniyetsel bir bölge olarak görülmesi ve bu yüzden pastoral dünyanın ana mekânlarından Avrasya bozkırlarının bu bölgenin dışında tutulması çok daha uygundur. Kistikis Türk-Yunan İmparatorluğu adlı kitabında Arabölge’yi “Aynı anda hem Batı hem de Doğu’yla ortak yanları bulunan” bölge olarak tanımlıyor, bu bölgenin hangi unsurlar açısından hem Batı hem de Doğu’yla ortak yanları olduğu me

Tekrar Dünya Tarihçiliği

Büyük alanların veya bölgelerin geçmişlerinin anlatılması, aktarılması veya kurgulanması şeklinde bir dünya tarihçiliği antik çağlardan beri var olmuştur. Tüm dünyanın ve dolayısıyla insanlığın bir bütün olarak ve elden geldiğince çok diyaloglu bir şekilde sunulmasını temel almış bir dünya tarihçiliğiyse nispeten yeni bir faaliyet alanıdır. Bütünün Öyküsü Bütün-Parça İilişkisi Dünya tarihçiliği denince ilk akla gelen tüm insanlığın tarihidir. Kastedilen, dünya olarak adlandırılan gezegenin tarihinden ziyade, insanlığın tarih boyunca karşımıza çıkan yaşamları, deneyimleridir. Dünya tarihi insan deneyiminin, yeryüzündeki insan varlığının tarihidir. Bu tarihçilik farklı şekillerde yapılabilir. Bir yandan teker teker her bir parçanın öyküsünü anlatmaya çalışabiliriz, diğer yandansa dönem dönem ortaya çıkmış bütünleri tespit ederek veya bütünler görerek bunların öykülerini aktarmaya uğraşabiliriz. Her iki yaklaşımda da söz konusu olan bir bütündür ama birinci de öncelik parçadadır v

Devrimcinin İkilemi

Ve eski tartışmanın son yazısı... Tekrar devrim tartışmasına geri dönecek olursak, bir önceki yazımda biraz zalimce davranmış olduğumu düşünmüyor değilim ama artık bu toplumda ve belki de genelde dünyamızda devrimci tanımının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Devrimi anlamakta zorluk çekmiyorum. Üstelik her ne kadar tehlikeli bulsam da, toplumsal yaşamın gerekli ve doğal bir tepkisi olarak görüyorum. Benim derdim devrimciyle. Devrimin, doğası gereği kısa süreli bir tepki olması gerekiyor. Bugüne kadar birçok araştırmanın gösterdiği ve birçok kişinin de kendi yaşam deneyimlerinden bildiği gibi, insan muhafazakârdır, yaşadığı ortamla bütünleşme ihtiyacı onun aslında değişimci olmamasına yol açmıştır, açmaktadır. Süratli ve sürekli değişen ortamlar insanlara rahatsızlık verir. Bir kısmımız buna nostalji diyor. Bazı durumlarda daha ciddi psikolojik sorunlar da söz konusu. Bu sorunu fazlasıyla yaşayan günümüz insanının, var olanı olduğu gibi sürdürme ile değişime açık olma aras

Nizamettin Uygur'un İtirazi Notuna Yanıt

Aynı eski tartışmaya devam... Sayın Uygar, Farklı fikirleri savunmayı anlayabiliyorum, birbirimizin görüşlerine katılmamayı da, ama kendi ezberinden okumak ne demek, açıkçası ona pek aklım ermedi. Sanırım tanışıyoruz ama ben bugüne kadar varlığınızı pek hissetmemişim. Çünkü ancak yakın bir ilişki sonunda veya bu konuyla ilgili olarak yaptığım çalışmalar hakkında belli bir gözlemden yola çıkarak benim ezberimden mi, yoksa yaptığım araştırmalardan yola çıkarak mı konuştuğumu iddia edebilirsiniz diye düşünüyorum. (Aslında ezberden konuşmak ne anlama geliyor pek emin değilim. Belki de dogmatiklik söz konusu olan. Her neyse, kulağa hoş gelmiyor.) Yakın ilişkide olsak fark ederdim sanırım. Bu konuyla ilgili çalışmalarıma gelince, pek bir şey de yazmadım. O zaman nereden çıktı bu benim çalışma, hazırlanma ve topladığım bilgiyi sunma konusundaki bu iddianız. Düşünüyorum da, ben de aynı tavır içinde yaklaşsaydım, yani dönüp sizin ezberden konuştuğunuzu söyleseydim, ne tür bir

Aşkıncılığın Farklı Bir Şekli Olarak Devrimcilik

Tekrar eski tartışma. Sanırım devrimin teknik bir mesele olduğunu biraz daha açmam gerekiyor. Biz insanlar bizim de sınırlı biyolojik ve fiziksel parametreler arasında yaşamsal faaliyetlerde bulunduğumuzu nedense unutma eğilimindeyiz. Yani her istediğimizi yapamayacağımız gibi, yaptığımız birçok şey bizim isteklerimizden bağımsız etmenler tarafından yönlendiriliyor. Örneğin, 10 kişiyle paylaştığınız bir alanı 100 kişiyle paylaşmaya başladığınızda hem birey olarak siz farklı hareket etmeye başlayacaksınızdır hem de o mekândaki gruplaşmaların sayısı artacaktır. Teknik mesele derken, bu gibi fiziksel etmenlerden ve ayrıca insanın toplumsal iletişim kapasitesini belirleyen biyolojik sınırlardan bahsediyorum. Nedense bu tür sınırlamalar içinde faaliyette bulunduğumuzu unutuyoruz. Yüz bin kişilik bir grup oluşturulmaya karar verildiğinde dikkate alınması gereken birçok parametre olacağı gibi, bu durumda hiyerarşik, yani dikey yapılanmaların belirmesi zorunlu olacaktır. Ben dikey yap

Three Neanderthal Sub-groups Confirmed - Neandertal Grupları Bulundu

Resim
ScienceDaily (Apr. 15, 2009) — The Neanderthals inhabited a vast geographical area extending from Europe to western Asia and the Middle East 30,000 to 100,000 years ago. Now, a group of researchers are questioning whether or not the Neanderthals constituted a homogenous group or separate sub-groups (between which slight differences could be observed). http://www.sciencedaily.com/releases/2009/04/090415075150.htm Yazı İngilizce. Türkçeye çeviremedim ama özetleyecek olursak, son genetik çalışmalara göre, Neanderthal grupların üç ve hatta dört farklı gruba ayrılabileceği düşünülüyor. Dördüncü grup için düşünülen yer, Batı Asya.

Bütüne Devam

Eski tartımada benim cevabım: Tanrı’nın varlığıyla ilgili tartışmalarda en büyük sorun böyle bir varlığın eninde sonunda varsayılması gerektiğidir. Bu da tartışmanın sonunu getirir. “Bütün”ü “her şeyi” temsil eden veya kapsayan olarak tanımladığımızda da aynı sorunla karşılaşırız. Bir anda “parça bütünden ayrı hareket edebilir mi” sorusu çözülemez olur. Çünkü bu “her şeyi” kapsayan “bütün”ün hem tanımlanması hem de hareketinin tespiti olanaksızlaşır. Parçanın bütünden ayrı hareket edip etmediğinin tespit edilebilmesi için insanın bu “her şeyin” dışına çıkması gerektiğinden ve bu da olanaksız olduğundan, neticede varsayılması gereken bir bütünle karşı karşıya kalırız ki, bu tür bir bütün fikri Tanrı fikrinden pek de farklı değildir. Sadece yaratıcılığı yoktur. Aynı şekilde bütün parça ilişkisinin ve parçanın bütünden ayrı hareket etmediğini de varsaymamız gerekecektir. Bu durumda tartışma sona erecektir. Parça bütün ilişkisiyle ilgili denizcilikten, tekne yapımından gelen bir ik

Biz Dünyanın Yerlileri

Devrim kendi alet çantasını yanında taşır. Onun yaşayan bir varlık olarak kendini anlamlandırması için de bu şarttır. Aynı tartışmada bir başka yazı. Yazar Nizamettin Uygar. Devrim üzerine yazarken ben de kendimce o alet çantasına başvuruyorum. Çantanın içindekiler kendi ufkumuzdan gördüklerimizdir de bir bakıma…‘Direnişin olduğu yerde her zaman ütopya vardır’ diyor Negri ve ekliyor:’’direniş bizi bu dünyaya, etkinlik olarak ütopyanın kuruluşuna geri getirir.’’Usta, böyle bir belirlemeyi, ütopyanın, metafizik kavrayışına, ahiretteki cennet vaadine, özlemine ve solda mevcut olan, gelecekte var olacak olan yeryüzü cenneti fikrine, teslim etmemek adına yapıyor… Ütopyayı , ‘‘praksis olarak, çokluğun etkinliği olarak hayal edebilir miyiz? Ütopyayı, olanaklının güncel bir stratejisi olarak değerlendirmeye başlayabilir miyiz?’’diye sorarak, ütopya bahsinde bir başka düşünme önerisi yapıyor ve ‘ yaşamdan olumsuzu söküp atmak, ütopyanın yeni bir tanımı olabilirdi’ diyerek; Deleuze-

Bütünlük Üzerine

Benim yazım değil ama bu eski tartışmanın parçası olduğu ve benim yazdıklarıma bir yanıt olduğu için buraya koyuyorum. Yazar İskender Savaşır. Timuçin’in “bütün” kelimesini/kavramını kullanmasında metaforik bir yan var... İlkece itirazım yok böyle bir kullanıma, ama zaman zaman olsa da, böyle eğreti olmayan bir kullanımı hatırlamakta yarar var. Eğer “bütün”den (Ayşegül Denizci’nin de ima ettiği gibi) “her şey”i anlıyorsak, o zaman “bütün”ü çoğul olarak kullanamayız. Tarihte, yalnızca düşünülmüş-düşünülebilecek değil varolmuş-varolabilecek her şeyi kuşatma iddiasında olan, bu anlamda bütünlükten sözeden tek bir sistematik oldu: Hegel’in sistematiği... (Akla gelebilecek diğer adayları –Aristoteles, Aziz Thomas, Spinoza, Kant, Nietzsche– istenirse tartışmayı, daha sonraki bir nota bırakayım.) Bu yüzdendir ki, öznellik gibi (enerji cinsinden) bir şeyin (iradenin, emeğin, arzunun, dürtülerin), kendisine kısmen yabancı (ama kendisinin aynı zamanda bir parçası da olduğu) bir d

Aydın ve Ay Işığı

Eski bir yazı: Birçok insanın hedefi olabilir ve birçok insan da ulaştıkları noktadan geriye bakarak bir yolculuk yapmış olduklarını düşünebilir. Neticede yol düşüncesi bende bir hedefe gidişi ve bazen de daha iyiye gidişi çağrıştırıyor. Aydın daha iyiye giden veya belli bir hedefin peşinden koşturan mıdır? Burada içerikten de bahsetmemiz gerekmiyor mu? Çünkü birçok insan var çeşitli hedefler peşinden koşan, kimi sadece materyal kazançla ilgili yolların yolcusu olan. Kastettiğimiz, belki de içsel bir yolculuk ama bu alanda bile birçok insan hiç de tasvip edilmeyen yolculuklara çıkabilir. Sanırım Buda’nın uzun bir yolculuğa çıkmış olduğunu düşünebiliriz. Bu yolculuk birçok kişiye değerli de gelebilir. Bu anlamda bir aydınlanmadan da bahsedebiliriz ama bazıları eleştirecektir bu aydınlanmanın içeriğini. Aslında belki de hiç değer yargısı biçmeden, içeriğine bakmadan daha farklı bir değişimden bahsetmemiz gerekiyor aydını tanımlarken. Örneğin Hitler bir aydın mıydı? Herhalde birçok

Parça ve Bütün

Eski bir yazı: Parça bütünden ayrı hareket edebilir mi? Aslında benim anlatmaya çalıştığım pek parçayla bütün arasındaki ilişki değil. Parça bence elbette bütünden ayrı hareket edebilir, özellikle konumuz toplumsal ilişkilerse. Burada bütünden ne anladığımıza bakmak gerekiyor. Ben daha çok bir karşılıklı iletişim ağı görüyorum ama bunu bir bütün olarak tanımlamıyorum. Tanımlanabilir ve zaten meselenin özünün de bu olduğunu düşünüyorum: Bütünler biz bütünler tanımladığımız için varlar. Benim gözümde insan bir parçadır, toplumsal bir parça ve doğumundan ölümüne kadar da bir parça olarak yaşar. Çevresindeki tüm toplam iletişim ağını algılayamaz. Kendi toplumsal bütününü oluşturur, oluşturmaya çalışır ama tüm ağı, her insanın kendi toplumsal bütününü kapsayan o büyük ağı bütünlüğü içinde algılayamaz. O yüzden hareket ederken değil büyük ağın, bu kendi yarattığı toplumsal bütünün bile nasıl hareket ettiğini bilemez. Bilmeye çalışır ve toplumsal iletişim burada devreye girer ama toplumsal

Herşeyi anlamasak, biraz da eksik kalsak

Eski bir yazı: Devrim tartışmasıyla ilgili fikirlerimi sunmaya devam ediyorum. Aslında doğrudan konunun kendisinden çok aralarda dikkatimi çeken bazı noktalar ilgimi daha çok çekiyor. Sonunda elbette devrim konusuyla ilgili bazı fikirlerim de olacak. Fikirler çekici, derin ve karmaşık olduğundan ve tabii başka şeylerle de ilgilenmek gerektiğinden bu şekilde ilerleyebiliyorum ancak. Bu sefer Utku Özmakas'ın bir yazısında geçen anlama konusunda söylenmiş bazı şeyler anlamanın ne olduğu konusunda düşünmeye itti beni. Utku Özmakas şöyle yazmış yazısının ilgimi çeken bu kısmında. Ben burada sadece anlama üzerine yazacağım. Utku Özmakas: Yani ben ideolojik bir birlik olarak –çeşitli dünya görüşlerini içinde barındıran- “ulus-devletçi proje”nin “içinden” değilim ancak temel argümanlarını anlıyorum. Onları onayladığımı söylemiyorum. Onaylamak, katılmak ve anlama arasındaki ayrıma dikkat çekiyorum. Eğer Nizamettin’in dile getirdiği gibi içinden olmadığım için diğer doğruları “hata”