Kayıtlar

Şubat, 2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Tekilliklerin Tarihi

Bir önceki kültürel habitat yaklaşımını kullanarak bakınca, bu yapılan artık tarih oluyor mu? İlk bakışta sanki tarih yapılmamış da, sadece insan toplulukları incelenmiş oluyor. Ama biraz düşünmeye başlayınca ilginç bir soru beliriyor. Tarih yapmaktan kastedilen ne burada? Geçmişi anlamlandırmak, geçmişte ne olduğunu anlamak mı? Yoksa geçmişi bir biçime mi sokmak? Sanırım birçok değişik açıdan bakabiliriz geçmişe ama galiba bu önerdiğim son yaklaşım birey olarak insanı ve alışık olduğumuz insan kavramını ortadan kaldırıyor. İnsanı tamamen öylesine bir organizmaya indirgiyor. Ya da belki de insanı biraz daha olması gereken yere, yani grupsal birey veya grup-birey düzeyine çıkarıyor. Biraz daha toplulukları, kitlesel değişimleri öne çıkartan bir yaklaşım, muhtemelen buna yakın bir şey olacaktır. Düşünecek olursak, bizim (batı medeniyetinin bir üyesi olarak) tarih pratiğimiz aslında son derece fazla bir şekilde tekilliklerden örülmüş bir şey: Olaylar ve bireylerden ibaret. Bunlar her z

Kültürel Evrim Süreci Olarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Geçiş – Kültürel Habitatçı Yaklaşım

Sanırım insanmerkezci yaklaşım, sadece kendimizle ilgilenerek, kendi türümüzü merkeze alarak yaşamak oluyor. Ben ulusal tarihleri de biraz bu kategoride görüyorum: Sadece kendi ulusuyla ilgilenerek, onu merkeze alarak yaşamak. Nitekim birçok kez uluslara sanki farklı türlermiş gibi davranıyoruz. Bir yere kadar belki doğru bir yaklaşım bu. Sonuçta farklı habitatlardan bahsediyoruz. Zaten insanlığın ulusalcı döneminin önemli bir özelliği de, koyduğu çeşitli sınırlar aracılığıyla bu habitatlar arasındaki izolasyonun, tecrit edilmişliğin arttırılmış olması. Kültürel açıdan bu önemli bir durum diyebiliriz. Eğer kültürler gruplara da genetik gruplar muamelesi yapacaksak, ki evrim mekanizmalarının bu alanda da işlediğini kabul edebiliriz, o zaman bu tür durumlar önemli oluyor. Evrim sürecinde dört adet mekanizma var: Doğal seçilim, mutasyon, genetik sürüklenme ve genetik akış (göç). Biraz düşününce, tüm bu mekanizmaların kültür alanında da geçerli olduklarını söylemek mümkün; bu yüzden,

Doğru Tarih? Ve Tarihin Sonu!

"Doğru Tarih? İstediğimiz Tarihi Yazabilir miyiz?" den devam. Kendi adıma konuşacak olursam, tarihin verilere göre yazılmasından yanayım diyebilirim. Yani geçmişi, araştırmalar sonucu elimize geçen verilerden yararlanarak kurmaya ve anlamaya çalışmalıyız. Diğer yandan, şunu da sormak gerekiyor: Neden geçmişle uğraşıyoruz? Normal koşullarda büyük kısmımız geçmişle uğraşmaz. Daha çok şimdiyi yaşarız. Günlük etkileşimlerimizde ne kadar yer tuttuğunu düşünecek olursak, uzak geçmişin payı çok küçüktür. Üç, dört nesil öncesini bilmeyiz bile. Dolayısıyla ilk sorulması gereken soru, ne zaman uzak geçmişle ilgilenme ihtiyacı duyduğumuz olmalı. Aslında cevap gayet basit: İhtiyaç duyduğumuz zaman ilgileniyoruz ama net tür bir ihtiyaçtan bahsediyoruz. Kimimiz merak ettiğimiz için ilgileniyor olabiliriz ama burada bile, derinlerde bir yerde bir ihtiyaç söz konusu olabilir. Uzak geçmişe, aileler bazında çok ihtiyaç duymuyoruz. Köyler bazında da pek fazla ihtiyaç duyulduğu söylen

Doğru Tarih ? İstediğimiz Tarihi Yazabilir miyiz?

Hangi tarih daha doğru? Ünlü İngiliz arkeolog Colin Renfrew, geçmiş üzerine ürettiğimiz fikirlerimizi veya geçmişle ilgili yazdığımız tarihleri, veri ve analizlerin yönlendirmesi gerektiğini söylüyor ve ardından da, bunu özellikle “istediğimiz türden geçmişler” yazabileceğimizi söyleyen akademisyenlere karşı naçizane bir tepki olarak söylediğini ekliyor (Renfrew, 1996:135). Gerçekten hangi tarih daha doğru? Verilere göre ortaya çıkarılan tarih mi, yoksa herkesin istediği gibi bir tarih yazması mı? İlk bakışta verileri ve bunların analizini temel alan tarihçilik türü, sanki olması gerekenmiş gibi geliyor. Ya da bize böyle öğretildiği için bunun doğru olduğunu düşünüyoruz. Ne de olsa tarihlerimiz bize dışarıdan veriliyor ve verilirken de, nasıl belgelere, gerçek verilere dayandıkları falan defalarca tekrarlanıyor. Böyle bir ortamda daha farklısını düşünmek zaten mümkün değil. Eğer tam tersini düşünecek olursak, yani her grubun kendi özel tarihini yazdığı bir ortam olsaydı, acaba o z

Tarih nasıl yazılmalı?

Tarihi nasıl anlatmak veya çalışmak gerekiyor? Örneğin Avrupa tarihi, Fransa tarihi veya Türkiye tarihi gibi terimler nereye kadar işimize yarayabilir? Ulusal tarihlerin geçmişleri çok geriye gitmiyor. Fransa tarihi dendiğinde kastedilen modern Fransız ulusuysa, ancak üç, dört yüz yıl geriye gitmek mümkün. Fransızca konuşanların tarihini kastettiğimizde bile fazla geriye gidemeyebiliriz. Yani Fransa’nın tarihi kesinlikle taş çağından başlayamaz. Günümüz ulusal tarihleri ancak günümüz modern uluslarının geçmişlerini yansıtabilir, anlatabilir. Fransa’nın veya Türkiye’nin modern ulusal tarihi ancak bu kavramların kullanılmaya başladığı, yani birilerinin kendilerine ben “Fransız’ım” veya “Türk’üm” dediği andan başlayabilir. Gerçi bu kavramları çok eskilere götürenler var ama bunun da bir şekilde somut verilerle gösterilmesi gerekiyor. İnsanların kendilerini boylar veya kabileler şeklinde örgütleyerek bunlardan birine Franklar veya Türkler demiş olması, kendilerini bir ulus olarak görm