Kayıtlar

2009 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Uzakdoğu Semineri - IX: Avrasya Pastoral Göçebelerini Nasıl Tanımlayabiliriz?

Avrasya pastoral göçebeliği belli bir dönemde ortaya çıkmış, var olmuş ve sonunda yok olmuş bir yaşam tarzıdır. Bugün bu yaşam tarzını hâlâ sürdüren ufak gruplar varsa da, artık böyle bir yaşam bölgesinden bahsetmek mümkün gözükmemektedir. Bir zamanlar pastoral göçebelerin hâkim olduğu bozkırlara bugün medeniler hâkimdir. Belli bir dönem boyunca var olmuş bu yaşam tarzının adını koymaya kalkıştığımızda, bazı zorluklar belirir. Tam olarak neden bahsedildiği aslında pek net değildir. Her şeyden önce saf göçebelikten ve pastoral göçebelikten bahsetmek zordur. Bu yaşam tarzı belli bir süreç içinde çıkmıştır ve çoğu kez tarım topluluklarıyla melez yapılanmalar içinde var olmuştur. Bundan başka bu yaşam tarzının ekonomik, toplumsal, kültürel veya siyasi ya da hepsi birden kullanılarak mı tanımlanacağı konusunda bir fikir birliği de yoktur. Tarım toplumları dediğimizde temelde ekonomik bir bakış açısı yansıtmış oluyoruz. Neolitik, bakır, demir çağlarından bahsettiğimizde de temelde teknoloji

Uzakdoğu Semineri - VIII: Avrasya Bozkırları ve Göçebeler
Medeniyetlerle İlişkileri ve Dünya Tarihine Katkıları

Asya ve hatta Avrasya tarihinin en önemli unsurlarından birinin Avrasya bozkır dünyası olduğunu söylemek herhalde bir abartma olmayacaktır. Biçimlenme süreci neredeye bin yıl sürmüş bozkır dünyası özellikle Asya dünyasını derinden etkilemiştir. MÖ 500 yıllarında olgunlaşmış bozkır dünyası modern çağın belirmesiyle tarih sahnesini terk etmiştir. Bugün bozkır hâlâ vardır ama bir zamanların bozkır dünyası her açıdan ortadan kalkmıştır. Bozkır dünyası her şeyden önce coğrafi ve ekolojik bir koridordur. Bu koridor sayesinde Avrasya’nın bir ucu diğer ucuyla birleşmiş, dünya tarihçilerine göre bir dünya sistemi ortaya çıkmıştır. Bu koridor, tarım medeniyetlerinin var olmayacağı bir yerde avcı toplayıcılığın dışında ve ondan çok daha gelişkin bir yaşam tarzının var olmasını mümkün kılmıştır. Bu tabii ki sadece koridorun varlığıyla sağlanmış bir durum değildir. Koridorun tarım medeniyetlerinin arasında var olması da önemli bir unsurdur. Bozkırlar sadece Avrasya’da yoktur. Avrasya bozkırların

Uzakdoğu Semineri - VII: Pastoralizm ve Göçebeliğin Doğuşu

Mevcut çalışmalar pastoral göçebeliğin MÖ 1500 yıllarında ortaya çıktığını göstermektedir. En azından genel kanı bu yöndedir. Uzun bir süre pastoral göçebeliğin avcılıktan sonraki evre olduğu, tarımdan önce geldiği düşünülmüşse de, son çalışmalar pastoralizmin tarım toplumlarının bir sonucu olduğunu göstermiştir (Khazanov, 1984:85-87). Hayvancılığa geçilmesinin ancak hayvanların evcilleştirilmesiyle ve bunun da yerleşik düzene geçilmesiyle mümkün olduğu artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca tüm pastoral topluluklar tarım toplumlarından sonra ortaya çıkmıştır. Demek ki avcı toplumlarının kendi başlarına pastoral toplumlara yol açması gibi bir durum söz konusu değildir ama bu her pastoral toplumun kökeninde bir tarım toplumunun olduğunu getirmemektedir. Hayvanların evcilleştirilmesinin başarılması için yerleşik düzene (ve daha ziyade tarımcı yaşam düzeninin görüldüğü yerleşik düzene) geçilmesi şart gözükse de, bazı avcı toplumlarının tarım toplumlarından evcilleştirilmiş ha

Hint Avrupalılar

Hint-Avrupalı sözcüğü ilk anda bir dil ailesini çağrıştırıyor ve hemen ardından da günümüz Avrupalılarını akla getiriyor. Zaten terimi oluşturan Avrupa sözcüğünün böyle bir tepkiye neden olmaması olanaksız. Hint-Avrupalılar deyince aklımıza bugünün Avrupalıları gelebilir ama diğer yandan dünya tarihinde yeri olan özel bir görüngüden, fenomenden bahsedildiğini de unutmamamız gerekiyor. Dil aktarımı farklı dilleri konuşan bireylerin varlığını gerektirir. Farklı dilleri konuşan bireylerin varlığı da sonuçta farklı kültürleri olan bireyler demektir. Çift dilli bireylerin varlığı da birden fazla kültürden etkilenmiş bireyler anlamına gelir. Çift dilliliğin, bir dil aktarımı sırasında, yani bazı bireylerin konuştukları dili bırakıp başka bir dili konuşmaya başlamaları süreci sırasında zorunlu bir evre, bir ara evre olduğunu düşünebiliriz. Bir dilin yayılması neticede bir topluluğun bir başka toplulukla buluşmasını, karşılaşmasını gerektirir ama bu ne sadece aynı genetik kaynaktan gelen i

Uzakdoğu Semineri - VI: Genlerin Öyküsü

Genetik çalışmalar alanına girdiğimizde, örneğin mitokondriyal DNA açısından baktığımızda, neredeyse 650 milyon insanın modern Avrupalının kökeni değişik zamanlarda yaşamış yedi kadına bağlanıyor. Bundan on bin yıl önce Fırat nehri kıyısında yaşamış ve bugün Jasmine olarak adlandırılan kadın Avrupalıların %17’sinin ortak anası, torunlarına özellikle İngiltere’nin Cornwall, Galler ve Batı İskoçya bölgelerinde rastlanıyor. Jasmine J haplogrubunu temsil ediyor. Aynı JT ortak atadan gelen T haplogrubuyla (Tara olarak adlandırılıyor) akraba. Jasmine Avrupa’ya yayılırken, Tara kuzeye Rusya’ya, Urallara doğru yayılıyor. Her iki grup da neolitik dönemde tarımın yayılmasıyla ilişkilendiriliyor. Bugün Jasmin’in torunlarının bir kısmı İzlanda’da yaşarken, bir kısmı hâlâ Anadolu ve Bulgaristan bölgesinde yaşıyor. Tara’nın torunlarıysa son Rus çarı II. Nicholas, Kutsal Roma İmparatoru Sigismund gibi şahıslar. Tüm haplogruplar neolitik döneme ait değil. Jasmine ve Tara’dan önce Avrupa’ya yerleşmiş

Uzakdoğu Semineri - V: İnsan Geçmişinde Küçük Gruplar Dönemi

Resim
Dillerin gelişimi veya evrimi açısından baktığımızda elbette bir yerde bir ilk dil vardı ve bugün konuşulan tüm diller bu ortak dilden ortaya çıkmışlardır diyebiliriz. Aynı şeyi genler açısından da düşünebiliriz. Herkesin geldiği bir baba veya ana mevcut. Kültürleri de bu şekilde düşünebiliriz. Burada iki noktaya dikkat etmemiz gerekiyor. (1) Küçük toplulukların dünyasında küçük olmak önemli. Eğer küçük kalmayı özendiren ve hatta dayatan koşullar varsa, o zaman küçük kalma ön planda olacaktır ve bu topluluklar onları diğerlerinden ayıran farklılıkların savunucuları olacaktır. Bu gruplar genetik açıdan birbirlerine akraba olabilirler ama söylemsel açıdan olmayacakları için bunları ortak göremeyiz. Ancak birbirlerini diğer gruplarla ortak görmeye karar verdiklerinde bu tür yaklaşım anlamlı olacaktır. Böyle bir anlayışın içine girdiklerinde de bunu üzerinden belki on bin yıl geçmiş akrabalık ilişkilerine göre yapmayacaklar, yapamayacaklardır. Bu yüzden geçmişe dönemsel ayrılmalar ve birl

Uzakdoğu Semineri - IV: Tarih, Etnik Gruplar, Türkler

Geçen hafta Köktürkleri tartıştıktan sonra genlerle iz sürmeyle bitirmiştik. http://tarihdeniz.blogspot.com/2007/02/uzakdoudan-ortadouya-bilgelik-kltr-iia.html Bu hafta çok daha eskiye gideceğiz. Köktürkler çok yeni bir topluluk sayılır. Tarih sahnesine günümüzden 1500 yıl önce çıkmışlardır. Elbette meseleyi diğer Türkçe konuşan gruplar olarak ele aldığımızda, Çin kaynakları Hsiung-nu dönemine kadar gidebileceğimizi gösteriyor. Burada Hunlarla aynı topluluk olduğu düşünülen Hsiung-nu’ların Türk olduklarını iddia etmiyorum. Bu hâlâ kesin olarak çözülmemiş bir konu ama Hsiung-nu’ların kuzeyde Türk oldukları bugün kabul edilen bazı topluluklarla savaştıklarını gösteren kayıtlar bulunmaktadır. Hsiung-nu’lar bizi MÖ 400’lere götürür. Bir karşılaştırma yapacak olursak, Ege Denizi’nde Yunanlılar veya Helenler vardır. Romalılar yavaştan harekete geçmiştir. Bu bizim için antikçağ. Bu günümüzden yaklaşık 2500 yıl öncesidir. Bir de 50.000 yıl geriye gitmeyi düşünelim. Tarih çalışmaların

Asya Tarihi - İndüs Sonrası: Aryanlar

Hindistan bölgesinin İndüs sonrası gelişimi Hint-Avrupalılar ve Aryanlar tartışmasıyla yakından bağlantılıdır. Bugüne kadar genelde kabul görmüş görüşe göre, Hint-Avrupa kökenli Aryan kabileleri Hindistan’a dışarıdan gelmiş ve burada uzun süredir var olan İndüs medeniyetini ortadan kaldırmıştır. Fakat son zamanlarda belirmiş bir başka görüş de Aryanların dışarıdan gelmediklerini, bölgenin yerel halkı olduklarını ve dolayısıyla İndüs medeniyetinin Aryan olduğunu ileri sürmektedir. Her ne kadar ilk görüş daha fazla destek görmekteyse de(eldeki veriler bu görüşü daha çok desteklemektedir), ikinci görüş de en azından ciddiye alınmayı gerektirecek argümanlar sunmaktadır. Muhtemelen İndüs dilinin çözülmesi bu tartışmayı sona erdirecektir ama o zamanda kadar kesin bir şey söylemek zordur. Bununla beraber yerelci görüşün Hint-Avrupalıların Hindistan’dan yayılmış oldukları gibi bir tezi savunmak zorunda kalması, bu görüşün karşılaştığı en büyük sorundur. Hindistan bölgesinin İndüs-sonrası ö

Uzakdoğu Semineri - III: Asya'ya Sıçrayış
Asya Terimi ve Kıtası

Tam bu noktada Asya’ya sıçrayabiliriz. Bu ilişkiyle uğraşmanın şu anda var olan en iki farklı yöntemi vardır. Bunları kabacı Batı ve Doğu yöntemleri diye ikiye ayırabiliriz. Batı ve Doğu medeniyetlerinin farklı düşünme şekilleri geliştirdikleri konusuna daha önceki bir seminerde değinmiştik. Şu anda bu konuya girmeyeceğim. Sadece burada şekillendirdiğim bu ilişkinin çözümü konusunda Doğu düşüncesinin kanımca çok daha etkili bir yöntem sunduğuna değinmekle yetineceğim. Sanırım bu tartışma dizisinin Doğu hakkında olmasının ilk nedeni böyle bir farklılığın olması. Bu farklılığı mutlak sınırlar içinde düşünmemiz gerekmiyor. Batılıların hepsi Batı yöntemiyle ve Doğuluların hepsi de Doğu yöntemiyle düşünüyor diye bir iddia da bulunmamız gerekmiyor. Batı’da Doğulu yöntemiyle düşünenler olduğu gibi, Doğu’da da Batı yöntemiyle düşünenler bulunmaktadır. Bu arada elbette melez yapılar da vardır. Böyle bir ayrımdan bahsetmek bizi haliyle Doğu’yu Batı’dan ayıran çizginin nerede olduğu sorusuna

Asya Tarihi - İndüs Medeniyeti

Resim
İlk kırılma evresinin en azından Yakındoğu medeniyetsel dokusunda MÖ 1500’lerde ortaya çıktığı söylenebilir. Yakındoğu’nun aldığı yağış MÖ 3100 ile MÖ 1200 arasında düşmüştür. Eski düzeylere ancak MÖ 850’lerden itibaren geri dönülmüştür. Kötüleşen iklim koşularıyla birlikte, MÖ 1750’den itibaren Yakındoğu ticareti de düşmeye başlamıştır. İndüs (ya da Harappa) medeniyetinin sonunu muhtemelen bu düşüş getirmiştir. Güney Mezopotamya da hiçbir zaman eski günlerine dönememiştir. Ticaret hacmindeki bu bölgesel düşüşün her yeri aynı derecede etkilediği söylenemese de (örneğin Yakındoğu’nun batı kısımları, yani Girit, Levant ve Mısır üçgenini kapsayan kısım aynı anda ve/veya aynı derecede etkilenmemiştir), İndüs ve Güney Mezopotamya arasındaki ticaret ciddi bir darbe almıştır. İndüs medeniyeti MÖ 1700 – 1500 arasında sona ererken ve Güney Mezopotamya’daki hareketlilik de daha kuzeye kayarken, Doğu Akdeniz havzası MÖ 1200’lerde Deniz Halkları olarak adlandırılan saldırgan gruplar tarafından g

Uzakdoğu Semineri - II: Tarihsel Yaklaşım

Belirsizlik/Muğlâklık Tarih genellikle karışık bir şekilde duran verilerin düzenlenmesi şeklinde düşünülür çoğu kez. Oysa burada gerçekleşen bu karışık verilerin belli bir fikir veya yorum doğrultusunda düzenlenmesidir. Bir an için tek bir veri üzerinde yoğunlaştığımızı düşünelim, bu veri tam bir belirsizlik sunar. Ancak başka verilerle bir araya getirildiğinde veya kendi koşulları içinde düşünüldüğünde anlam kazanır. Fakat burada ufak bir hile söz konusudur. Çünkü bağlamın kendisi de fazlasıyla belirsizdir. Elimizdeki veriye anlam kazandırırken diğer verilerin ne anlama geldiğini bildiğimizi var sayarız; oysa aynı sorun bu veriler için de geçerlidir. Elimizdeki verilerden çeşitli anlam grupları oluşturabilir (bir kısmını tamamen dışarıda tutabiliriz) ve bu yüzden de çok sayıda yorum söz konusudur. Nesnel bir bakış açısının sağlanabileceği bir nokta olmadığından, aslında tamamen muğlâk bir alandayızdır. Bu muğlâklığın aşılması ancak gözlemcinin seçim yapmasıyla mümkündür. Bu noktaya te

Asya Tarihi - Kırılma Evreleri

Dünya tarihi perspektifi açısından bakıldığında bazı dönemler kırılma evreleri şeklinde tanımlanabilir. Genel hatlarıyla dünya tarihine bakıldığında bazı dönemlerde bölgesel, kıtasal veya hatta küresel büyük dönüşümlere rastlamak mümkün gözükmektedir. Tarihin erken dönemlerinde daha çok bölgesel kırılma evreleri söz konusuyken, zaman ilerledikçe bu kırılmaların etki alanları da büyümüştür. Bu dönüşümlerin neredeyse tamamen dünya ticaretiyle ilgili olduklarını görmemek olanaksızdır. Medeniyetlerin büyümesi ticari ağların genişlemesiyle doğrudan bağlantılı olduğundan, bunlarda ortaya çıkan değişiklikler doğal olarak ağların her yanını etkilemiştir. Bir tarafta yaşanan büyük bir çöküş etkisini diğer tarafta veya taraflarda göstermiştir. Bu yıkımlar veya krizler her yerde aynı düzeyde yaşanmamışsa da, eninde sonunda tüm taraflar az veya çok etkilenmiştir. Bu arada bazı taraflarsa daha kazançlı çıkmış ve sonunda yeni yapılanmalar belirmiştir. Kırılma evreleri açısından baktığımızda (ki

Dilin Evrimi: İnanmanın Doğuşu

Dilin evrimi, dolayısıyla çevrim-dışı düşünmenin ortaya çıkışı hakkında konuştuktan sonra (dizinin bir önceki yazısı: http://tarihdeniz.blogspot.com/2009/12/dilin-evrimi-bilincinin-bilincinde.html ) artık 1. ve 2. Bilinçler üzerinde yoğunlaşabiliriz. Sanırım kitapta bu konuyu en iyi anlatan, bu ikisi arasındaki ayrımı en net şekilde koyan kısım “How consciousness works” adı verilmiş bölüm. Yalnız, konuya girmeden önce, ufak bir çeviri notu düşmem gerekiyor. Dipnot olarak ekliyorum. [*] 2.Bilinç, 1.Bilincin bilincinde derken tam olarak ne anlatılmak isteniyor? Bickerton kitabında bir yarasayı örnek veriyor. Yarasa avını görüyor, çeşitli hücreler sinyaller gönderiyor, yarasa harekete geçiyor ve sonunda ya avını yakalamasıyla ya da avının kaçmasıyla bu süreç sona eriyor. Sinyaller gönderen hücrelerin sinyal göndermesi sona eriyor. Bu süreç sırasında elbette bazı tasarımlar söz konusu; yani hücreler veya nöronlar, belli sıra ve kombinasyonlarda harekete geçince yarasanın beyninde bir ta

Uzakdoğu Semineri - I: Neyle Uğraşıyorum

Bundan birkaç yıl önce İstanbul'da Karşı Sanat'ta İskender Savaşır'ın Uzakdoğu’dan Ortadoğu’ya İrfan ya da Bilgelik Kültürü olarak özetlediği seminerinin katılımcılarındna biri olmuştum. Bu yazı dizisinde bu seminer sırasında yaptığım konuşmaların metinlerinden bazı parçaları sunuyorum. ... Neyle uğraştığıma gelince, daha çok insan toplulukları, grupları arasındaki etkileşimlerle, bu etkileşimlere bağlı olarak ortaya çıkan kültürel ve medeniyetsel değişimlerle ilgileniyorum. Bu ikisinin içine dinsel, dilsel değişimleri de katabiliriz. Sanırım bu noktada kültür ve medeniyet denen şeyleri nasıl tanımladığımı açıklamam gerekiyor. Her iki kavram da bugüne kadar çeşitli şekillerde tanımlanmış kavramlar. Bu yüzden aslında bu kavramları kullanmamak daha iyi bir tercih olabilir ama ne yazık ki bunların yerini alacak başka kavramlar henüz türetilemedi. Dolayısıyla ben de bunları kullanacağım. Grup İnsan topluluk halinde var olan bir hayvan, bir canlı. İnsan bağımsız birey o