Kayıtlar

Eylül, 2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Türk Bodunundan Türk Etnisitesine

Resim
Günümüz Türk Kavramının Köktürk Dünyasının Türk Kavramıyla İlişkisi Kaldığım yerden devam edecek olursam, dediğim gibi ben modern Türk etnik kimliğinin kökeninin yine modern çağdaki grup değişim süreçlerinde aranması gerektiğini düşünüyorum. Grup değişim süreçlerinden kastım, grupların evrimi (yani birleşerek daha büyük gruplar yaratmaları veya bölünerek daha küçük gruplara dönüşmeleri) ve yaşadıkları bu evrimi anlamlandırmak ve gerekçelendirmek için ürettikleri kimlikler ve anlatılar. Ama etnisite fenomeninin ve etnik kimlik modelinin ilk defa modern çağda ortaya çıktığını iddia etmiyorum. Böyle bir model çok erken dönemlerden, örneğin Demir Çağından itibaren, görülmeye başlıyor. Bununla beraber modelin kendisinin de önemli değişiklikler geçirmiş olabileceği ihtimalini, Demir Çağında ve Antik Çağda kullanılmış etnik kimlik modelinin bugün kullandığımız etnik kimlik modelinden epey farklı olabileceği ihtimalini de dikkate almak gerekiyor. Modern etnik kimlik modeli kan bağı şemasın

“Çalma”: “Üplet”ten “Çal”maya - Türkçede başkasına ait olana zorla el koymayla ilgili sözcüklerin 12. yüzyıldan itibaren değişimi

(Bu yazı Aralık dergisinin ilk sayısında çıkmıştır) Sözcüklerin peşinden koşarken aslında anlamların peşinden koşarız; kimisi hâlâ bizimle birlikte yaşayan, kimisi de artık kullanılmayan anlamların peşinden. Bunu bir arkeologun çabasına benzetebiliriz. Tıpkı bir kazı alanında olduğu gibi, çeşitli katmanlar, çeşitli anlam katmanları söz konusudur. Aynı sözcük, farklılaşan anlamları aracılığıyla katmanlar arasında takip edilebilir. Bazı sözcüklerinse ya hiçbir anlamı günümüze ulaşmamıştır ya da taşıdıkları anlamların bir kısmını veya tamamını diğer sözcüklere aktarmışlardır. Her katman farklı bir anlamlandırma dünyasına karşılık gelir ve bu dünyalar bize bu anlamları kullanmış topluluklar ve bireyler hakkında bazı ipuçları sunar. Böylece bu toplulukların yaşam pratikleri hakkında sınırlı da olsa bazı sonuçlara ulaşabilir, bazı sorular yöneltebilir ve bugüne kadar karanlıkta kalmış bazı alanların üzerindeki gizem perdesini veya perdelerini bir parça olsun aralayabiliriz. Karanlıkta

Yağmadan İmparatorluğa - Osmanlı bir Köle toplumu muydu?

(Bu yazı Aralık dergisinin 75. Temmuz - Ağustos sayısında yayınlanmıştır.) Osmanlı toplumu sosyoekonomik anlamda bir köle toplumu olarak tanımlanabilir mi? Halil İnalcık (1979:40) Osmanlı İmparatorluğu’nda köle emeği üzerine yapmış olduğu bir çalışmasında bu soruyu sorar. Her ne kadar genelde büyük ölçekli ve özellikle de devlete ait ekonomik girişimlerde köle emeğinin önemli bir role sahip olduğu görülse de, İnalcık’a göre Osmanlı’da baskın olan rejim çiftlik-reaya sistemiydi (age, 42). Fakat aynı soruyu Osmanlı İmparatorluğu’nun tümü için değil, ama sadece bir evresi için yönelttiğimizde, İnalcık’ın aynı çalışmada Osmanlı uç toplumu için söyledikleri farklı bir boyut kazanmaktadırlar: “Köle ticaretinin, Küçük Asya, İran ve Arap topraklarında bulunan büyük pazarlardaki talep artışıyla birlikte ele alındığında, uç toplumu için geniş kapsamlı sonuçlara sahip olduğu görülmektedir”[çeviri bana aittir] (1980:75). İnalcık’ın buradaki açıklamasına göre, komşu kâfirlerin köleleştirilmesi s

Gaza mı, Yağma mı? İlk Osmanlılar ve Wittek’in Gazi Tezi

(Bu yazı Virgül dergisinin 74. Haziran 2004 sayısında yayınlanmıştır.) Osmanlı Gazileri hakkında elimizdeki en eski kaynak, Ahmedi’nin muhtemelen 1390 (İmber, 2000:40) yılında yazmış olduğu manzum eseri İskendernâme’sindeki Tevârîh-i Mülûk-i âl-i Osman ve Gazv-i Îşan bâ-Küffâr’dır. Bu konuyla ilgili diğer bir kaynak da büyük olasılıkla aynı dönemde yazılmış ama bugüne ulaşmamış olan Yahşi Fakih’in Menâkıbnâme’sidir. Bu kaynak hakkındaki bilgimiz, Âşık Paşazade’nin bu kaynaktan yararlanmış olmasından gelmektedir. Bu dönemle ilgili temel kaynaklar olarak kabul edilen Âşık Paşazade, Neşrî ve Oruç tarihleri çok daha sonra yazılmışlardır. Eğer Ahmedî’nin eserini saymazsak, elimizde bu dönemle ilgili çağdaş bir kaynak yoktur (Ortaylı, 2000:15). Ahmedî’nin İskendernâme’sinin önemi sadece en eski kaynak olmasından değil, ama aynı zamanda Wittek’in ünlü “Gazi Tezi”ni dayandırdığı iki kanıttan biri olmasındandır. “Gazi Tezi” ilk defa Wittek’in 1937’de Londra Üniversitesi’nde vermiş olduğu kon

Toplum arzuladığı belleği yaratır!

(Bu yazı Virgül dergisinin 85. Haziran 2005 sayısında yayınlandı) “Yapılması gereken, üzerinde düşünmediğimiz, ama kolektif hafızamızda var olan, kaybolmamış tarihi yeniden bilince çıkartmaktır” (Taner Akçam, Tabusu Aralanırken Diyalogtan Başka Çözüm Var mı?, 2.Baskı, Su, 2002, s.73). Kolektif belleğin toplumun tüm sırlarının, topluma dair tüm gerçeklerin, biz farkında olmasak da bulunduğu, saklandığı bir yer olduğu ve gerekli şartlar sağlandığında bu gerçeklere ulaşabileceğimiz fikri, Akçam’ın tezinin temel dayanaklarından biridir. Gerçekten böyle bir kolektif bellek var mıdır? Toplum olarak geçmişimizle unutmuş olduğumuz bilgileri kolektif bilinçaltından çağırarabilir miyiz? Taner Akçam, kolektif bellek kavramını “Türk toplumunun” geçmişini unutmasıyla, özellikle Ermeni Soykırımını inkâr etmesiyle ilgili olarak kullanmıştır. Türk toplumunun kolektif belleğinden bazı olaylar silinmiştir. Ermeni Soykırımı bunlardan biridir. Çözüm, “kendimizi ve tarihimizi yeniden anlamlandırma

Etnisite Nedir?

Resim

Türk Teriminin Kökeni

Türk kavramını, eğer tamamen tarihsel verilere bağlı kalacaksak, bir Köktürklerde, bir Türk olmayan edilmeyen unsurlarda (Avrupalılar, Araplar, Çinliler) bir de on dokuzuncu yüzyılın sonunda Osmanlı coğrafyasında görüyoruz. Köktürkler kendilerine Türk demişler. Köktürk terimi modern bir icat. Orhun yazıtları dikkatli bir şekilde okunduğunda bu terimin bir grup adı olmadığı, Türk denen grubu Tengri’yle bağlantılandırmada kullanıldığı anlaşılıyor. Ya da ona yakın bir şey. Köktürklerin adı Türk ve sanırım Türk kavramının öyküsünün de, en azından bir sözcük olarak, onlarla birlikte başladığını söyleyebiliriz ama neredeyse on dokuzuncu yüzyılın sonunda kadar yukarıda sıraladığım toplulukların dışında kullanan yok. Bu terimin örneğin bir Helen teriminde olduğu gibi birbirine yakın toplulukları tanımlamak için Türk dilleri konuşanlar tarafından kullanılması on dokuzuncu yüzyılda başlıyor. Bundan önce sadece Türk dilleri konuşmayan topluluklar kullanıyor bu terimi. Örneğin İtalyanlar ve bu ş