Kayıtlar

2008 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Asurlular mı, İyonyalılar mı? Türkiye’nin geçmişi olarak düşünülen Anadolu kurgusu ne yapmayı amaçlıyor?

Ilısu barajı inşaatından ötürü başlatılmış arkeolojik kurtarma çalışmaları bu sefer de MÖ 9 ile 7. yüzyıllar arasına ait bir Neo-Asur sarayının bulunmasına yola açtı. Saray Diyarbakır’ın Ziyaret Tepe bölgesinde Dr. Dirk Wicke başkanlığındaki ekip tarafından bulunmuş. Sarayın bulunmasıyla ilgili haberde bu bölgenin, yani Yukarı Dicle’nin, MÖ İkinci binyılın ortalarında Asurluların kontrolüne girmiş olmasından da bahsediliyor. Ziyaret Tepe’de Tuşpa olarak adlandırdıkları bölgesel başkentlerini kuruyorlar. Asur hükümdarı Asurnasirpal II’nin geride bıraktığı kayıtlara göre, Tuşpa Sarayı’nın inşası MÖ 882’lere gidiyor. Otoriterlikleri ve zalim yöntemlerinden ötürü Asurlar genelde çok iyi bir şekilde hatırlanmazlar. Bunda bir parça modern tarihçilerin rolünün olduğunu da söyleyebiliriz. Neticede en az onlar kadar savaşçı ve zalim olabilmiş Helenler özgür dünyanın savunucuları olarak ilan edilirken, Asurlular gibi topluluklar da tam tersi bir konuma yerleştirilmiş. Bu ayrımın modern çağın do

Bizans Kolektif Kimliği

Resim
Bu yazı Toplumsal Tarih dergisinin 175. Temmuz 2008 sayısından. Nedense benim Doğu Roma veya Hıristiyan Roma demeyi tercih ettiğim (ikincisini daha çok tercih ediyorum) bu önemli siyasi ve kültürel yapı, Anadolu tarihinde genelde gözardı edilmektedir. "Bizans" ve Osmanlı tarihleri günümüz Yunan ve Türk ulus devletlerinin kökeni olarak kabul edildiklerinden, böyle yanlış ve zararlı bir uygulama söz konusu. Oysa Hıristiyan Roma Anadolu olarak adlandırdığımız bölgenin çok önemli katmanlarından bir tanesi ve bu yüzden de bu insnaların kendilerini nasıl anlamlandırdıklarını bilmek şart oluyor.

Blog Sansürü Sonrası...

Sanırım tekrar merhaba demem gerekiyor. Kısa bir süreliğine blog bağlantısı sansürlenmişti. Gerçi iki gün oldu bloglara izin verileli ama ancak vakit bulabildim bu tatsız soruna değinmeye. Gerçi bir daha aynı olayın yaşanmayacağının garantisi yok ama herhalde zamanla bu işi doğru bir şekilde yapmanın yolu bulunacak ve böylece gerçekten yanlış bir şeyler yaparak yasaları çiğnemiş sitelerle birlikte (sonuç olarak digitürk’ün şikâyeti doğrudur) binlerce site de kapatılmayacak. Tabii bu arada bariz ifade özgürlüğü ihlalleri de oluyor, o ayrı bir mesele. Bu durumlarda genellikle ktunnel.com gibi bu tür sorunları aşmayı sağlayan siteler kullanılıyor ama yine de internette serbestçe faaliyette bulunabilmek en iyisi. Diğer yandan, bu tür uygulamalar keyfimi kaçırdığından, acaba iki ayrı blog mu hazırlasam diye de düşünüyorum. Nitekim wordpress’de yeni bir blog hazırlamaya başlamıştım bile. Sorun çözüldü ama yine de diğer blogu da hazır edeyim diyorum. Her neyse kasti ve kasti olmayan internet

İndüs ve Mezopotamya Medeniyetlerden Sonra Sıra Sonunda Batı Anadolu'da mı?

Binlerce yıl geçmiş olmasına rağmen, medeniyetler hâlâ aşırı ve dikkatsiz tarımın olumsuz etkileriyle uğraşıyorlar. Hâlâ ekolojik krizler yaşanıyor ama ilginç olan, bu krizlerin MÖ 3. binyılda Pakistan bölgesindeki İndüs medeniyetiyle, günümüz Irak’ına denk gelen Güney Mezopotamya medeniyetinin yaşadıklarına çok benzer olması. Araştırmacılara göre, her iki medeniyet de hem çevrelerindeki ormanları yok ettiklerinden hem de aşırı sulama sonunda toprağın tuzluluk oranını tarım yapılamayacak derecede arttırdıklarından zamanla tarih sahnesinden çekilmişlerdi. Ama onların bu konulardaki bilgileri bugün bizim sahip olduğumuz bilgiyle karşılaştırıldığında çok azdı. Duruma bakılırsa, sıra sonunda Batı Anadolu’ya gelmiş gözüküyor. Uzmanlar uyarıyor: Açlık kapıda Ege’de, iklim değişikliğine bağlı yaşanan çoraklık, mısır ve pamuk gibi ürünlerin ekimini tehlikeye soktu. Uzmanlar uyarıyor: Acil eylem planı olmazsa aç kalırız Ege Üniversitesi (EÜ) Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü öğretim üyesi Pr

Anadolu Ayrımcılığı

Osmanlı’nın son döneminden ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren sanırım iki tür milliyetçiliğin baskın olduğunu söyleyebiliriz bu topraklarda. Etnik milliyetçilikler ve toprak milliyetçiliği, yani Anadolu milliyetçiliği. Belki ırkçılığı da diyebiliriz ama bu son kelime olumsuz çağrışımlara neden oluyor. Milliyetçilik kelimesi çok uygun bir seçim olmayabilir burada. Aslında amacım bu ikisini ortak bir özellik bularak aynı kategoriye sokmak. Sanırım en uygun kelime ayrımcılık olacak. Hem etnik milliyetçilikler hem de Anadolu milliyetçilikleri son kertede ayrımcılar. Üstelik bunların aktif, yani saldırgan ayrımcılıklar olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü aktif bir şekilde saldırılan bir hasım, bir hasım topluluk veya topluluklar her iki grubun da ortak özelliği. Ama burada iktidarı elinde tutan ve tutmayan ideolojileri birbirinden ayırmak gerekebilir. Bu topraklarda var olan bazı etnik ayrımcılıklar biraz daha yumuşak olabiliyorlar ama buna koşulların dayattığı bir seçim ola

İlk İnsanların “Afrika’dan Dışarıya” Çıkışları Tezinde Yeni Bir Yol

Resim
İlk modern insanların Afrika’dan çıkışlarında bugüne kadar Nil Vadisi en uygun yol olarak düşünülmüştür. Proceedings of the National Academy of Sciences’da yayınlanan yeni bir araştırma başka bir yolun daha olmuş olabileceğine işaret ediyor. Bristol Üniversitesinden araştırmacılara göre, yağış sınırının düşünüldüğünden çok daha kuzeye ulaşmış ve dolayısıyla ilk insanların göçleri sırasında Libya’ya kadar ulaşmış daha nemli bir koridorun belirmiş olduğu görülüyor. Modern insanların bundan 150 veya 200 bin yıl önce Afrika’da ortaya çıktıkları yaygın bir şekilde kabul edilmişse de, Sahra Çölü’nün güneyinden kuzeye ve ardından Afrika dışına nasıl yayıldıkları hâlâ tartışılmaktadır. Sahra Çölü kuzey Afrika’nın neredeyse tamamını kaplamaktadır ve bu bölgeyi yürüyerek geçmek bugünün teknolojik olanaklarıyla bile epey zordur. Yapılan araştırmalar buzun çağının son ara (daha sıcak) döneminde (130 – 170 bin yıl önce) Sahra’da yağış miktarının arttığını gösteriyor. Anne Osborne’a göre, uzaydan

Yeni Kanıt “Aptal” Neanderthal Mitini Çürütüyor

Resim
İngiliz ve Amerikalı araştırmacılar ‘Neanderthaller (Homo neanderthalensis) atalarımızdan (Homo sapiens) daha az akıllı oldukları için yok oldular’ kuramına bir darbe daha vurdu. Homo sapiens teknolojisi Neanderthallerinkinden daha ileri gözükmüyor . Journal of Human Evolution’da (İnsanın Evrimi Bülteni) yayınlanan buluş arkeolojiler arasında altmış yıl boyunca varlığını sürdürmüş görüşü çürütüyor. Neanderthaller, aynı cinsin üyesi olmakla beraber, Homo sapienslerden ayrı, Buz Çağı Avrupa’sında ortaya çıkmış bir türdür. Homo sapienslerse Afrika’da ortaya çıkmışı ve bundan 50 veya 40 bin yıl önce tüm dünyaya yayılmıştır. Neanderthallerin günümüzden 28 bin yıl önde yok olduğu düşünülmektedir. Bu da her iki türün en azından 10 bin yıl boyunca aynı coğrafyayı paylaşmış oldukları sonucunu getirmektedir. Neanderthallerin yok olmalarıyla ilgili uzun süre varlığını sürdürmüş birçok kuram son yıllarda çürütüldü. Örneğin, araştırmalar Neanderthallerin de en az Homo sapiensler kadar iyi avc

Dünya Tarihçiliği - V

Son söylediklerimiz dünya tarihçiliğine zaman zaman baskın hale geçen, zaman zaman da silikleşen bir süreç olarak bakmamız gerektiği sonucuna getiriyor bizi. Tamamen insan gruplarının geçirdikleri değişimle bağlantılı bir süreçten bahsedilebilir. Nedir bu değişim? Her şeyden önce doğrusal bir daha-karmaşığa veya daha-gelişmişe giden veya gitmesi gerektiği düşünülen bir süreç değil söz konusu olan. İnsan topluluklarının küreselleşmeleriyle, yani aralarındaki ilişkilerin, bağlantıların onlar üzerindeki etkisinin daha öne çıkmaya başlamasıyla, baskın duruma geçmesiyle bağlantılı bir süreç bu. Bu sürecin daha-gelişmişe doğru gidişin doğal bir sonucu olarak görülmesi gerekmiyor. Geçmişe baktığımızda bu tür süreçlerin dönem dönem ortaya çıktıklarını görüyoruz ki, bunun daha çok insan topluluklarının dönem dönem daha karmaşık bir oluşuma doğru evrimleşmeleri şeklinde açıklanması gerekiyor. Bir şekilde aradaki bağlantılar bu tür oluşumları kaldıracak düzeye ulaştığında, yani gerekli kaynaklar

Dünya Tarihçiliği - IV

Dünya tarihçiliğini evrenselci veya daha evrenselci bakış açısının ürünü olarak tanımladık ama bunun, yani daha evrenselci bakış açısının neyi görmek üzerine olduğu tartışmasına bir parça girdiysek de, son noktayı henüz koymamıştık. Yani bir insan daha evrensel bakmaya başladığında neyi görmeye çalışmaktadır veya kendisini neyi görmekle yükümlü kılmaktadır? Bu dünyanın asıl ayırıcı özelliği, bir yandan farklı bir anlamlandırma şeması dayatması, diğer yandan da bu şemaya göre üretilecek içerikler için düşünsel ve simgesel kaynaklar sağlayan bir ortam sunmasıdır. Neticede dayatılan, diğer yerel gruplarla birlikte paylaşılan ilişkilerin anlamlandırılmasıdır. Bu ilişkilerin bir başka dünyanın daha düşünülmesini dayattığı ve ayrıca bunun fiziksel olarak yaşanmayan, kurgusal olarak var olan, düşünülen bir dünya olduğunu belirtilmişti. Bu dünya esasen anlamlandırılması gereken yeni bir oluşumdur. Fiziksel olarak yaşanıp yaşanmadığı önemli değildir. Sonuç olarak böyle bir dünyanın etkisi hiss

Stonehenge’in yaşı belli oldu

Resim
İngiltere’nin en ünlü tarihi yapısı gizemli Stonehenge’de yapılan son kazılar, buranın M.Ö. 2300 yıllarında inşa edilmeye başladığını ortaya koydu. Esrarengiz yapının neden ve nasıl inşa edildiğini anlamak için önemli bir adım olarak görülen ve radyo karbon yöntemiyle yapılan tarihleme işlemi sonucu, buranın inşaatına başlangıç tarihinin önceden sanılanın 300 yıl sonrası olduğu anlaşıldı. Bilim adamları, daha önce, bu tarihi yapının ilk dairesinin taşlarının M.Ö. 2600-2400 yılları arasında dikilmeye başladığını düşünüyorlardı.İngiliz arkeologlar Tim Darvill ve Geoff Wainwright tarafından 1946’dan bu yana Stonehenge içinde ilk kez yürütülen kazılarda tarihleme işlemi en önemli bulgu olarak ortaya çıkarken, iki bilim adamı buranın aynı zamanda bir şifa merkezi olarak kullanıldığını düşündürecek önemli kanıtlar buldu.Arkeologları yüzyıllardır hayrete düşüren, atalara tapınmak için bir tapınak veya gündönümüne işaret eden bir takvim olarak inşa edildiği düşünülen Wiltshire ya

Meğer İstanbul sandığımızdan da eskiymiş! - Marmaray kazılarında yapılan keşif tarihi ezberlerimizi alt üst ediyor..

02.10.2008 11:58 (Bu haber HaberTurk internet sitesinden alınmıştır.) Marmaray projesi için yapılan kazılarda tarihi değiştirecek bir keşfe imza atıldı. Yenikapı’daki çalışmalarda 8.500 yıl öncesine ait 4 iskelet ile ahşap ve seramik eşyalar bulundu. Kazı Başkanı Dr. İsmail Karamut çok heyecanlı... “Bu keşif, İstanbul’un ilk yaşam biriminin 2.700 yıl önce değil, cilalı taş devrinde kurulduğunu gösterir” diyor. Yenikapı’da 4 yıldır devam eden Marmaray ve Metro istasyonları kazılarında İstanbul’un tarihini sil baştan yazdıracak yepyeni bulgulara rastlandı. Tarih ve arkeoloji çevrelerinde büyük heyecan yaratan bulgulara göre İstanbul’un tarihi bilinenin aksine 2.700 değil 8.500 yıl öncesine dayanıyor. Marmaray kapsamında Yenikapı’da yapılan arkeolojik kazılarda bugüne kadar Theodosius Limanı gün yüzüne çıkarılmış 33 gemi, İstanbul’un Bizans Dönemi’nde yapılan en eski suru, Bizans Kilisesi ve binlerce buluntu ortaya çıkarılmıştı. Ancak son yapılan kazılarda hiç hesapta olmayan ve

Türk Bodunundan Türk Etnisitesine

Resim
Günümüz Türk Kavramının Köktürk Dünyasının Türk Kavramıyla İlişkisi Kaldığım yerden devam edecek olursam, dediğim gibi ben modern Türk etnik kimliğinin kökeninin yine modern çağdaki grup değişim süreçlerinde aranması gerektiğini düşünüyorum. Grup değişim süreçlerinden kastım, grupların evrimi (yani birleşerek daha büyük gruplar yaratmaları veya bölünerek daha küçük gruplara dönüşmeleri) ve yaşadıkları bu evrimi anlamlandırmak ve gerekçelendirmek için ürettikleri kimlikler ve anlatılar. Ama etnisite fenomeninin ve etnik kimlik modelinin ilk defa modern çağda ortaya çıktığını iddia etmiyorum. Böyle bir model çok erken dönemlerden, örneğin Demir Çağından itibaren, görülmeye başlıyor. Bununla beraber modelin kendisinin de önemli değişiklikler geçirmiş olabileceği ihtimalini, Demir Çağında ve Antik Çağda kullanılmış etnik kimlik modelinin bugün kullandığımız etnik kimlik modelinden epey farklı olabileceği ihtimalini de dikkate almak gerekiyor. Modern etnik kimlik modeli kan bağı şemasın

“Çalma”: “Üplet”ten “Çal”maya - Türkçede başkasına ait olana zorla el koymayla ilgili sözcüklerin 12. yüzyıldan itibaren değişimi

(Bu yazı Aralık dergisinin ilk sayısında çıkmıştır) Sözcüklerin peşinden koşarken aslında anlamların peşinden koşarız; kimisi hâlâ bizimle birlikte yaşayan, kimisi de artık kullanılmayan anlamların peşinden. Bunu bir arkeologun çabasına benzetebiliriz. Tıpkı bir kazı alanında olduğu gibi, çeşitli katmanlar, çeşitli anlam katmanları söz konusudur. Aynı sözcük, farklılaşan anlamları aracılığıyla katmanlar arasında takip edilebilir. Bazı sözcüklerinse ya hiçbir anlamı günümüze ulaşmamıştır ya da taşıdıkları anlamların bir kısmını veya tamamını diğer sözcüklere aktarmışlardır. Her katman farklı bir anlamlandırma dünyasına karşılık gelir ve bu dünyalar bize bu anlamları kullanmış topluluklar ve bireyler hakkında bazı ipuçları sunar. Böylece bu toplulukların yaşam pratikleri hakkında sınırlı da olsa bazı sonuçlara ulaşabilir, bazı sorular yöneltebilir ve bugüne kadar karanlıkta kalmış bazı alanların üzerindeki gizem perdesini veya perdelerini bir parça olsun aralayabiliriz. Karanlıkta

Yağmadan İmparatorluğa - Osmanlı bir Köle toplumu muydu?

(Bu yazı Aralık dergisinin 75. Temmuz - Ağustos sayısında yayınlanmıştır.) Osmanlı toplumu sosyoekonomik anlamda bir köle toplumu olarak tanımlanabilir mi? Halil İnalcık (1979:40) Osmanlı İmparatorluğu’nda köle emeği üzerine yapmış olduğu bir çalışmasında bu soruyu sorar. Her ne kadar genelde büyük ölçekli ve özellikle de devlete ait ekonomik girişimlerde köle emeğinin önemli bir role sahip olduğu görülse de, İnalcık’a göre Osmanlı’da baskın olan rejim çiftlik-reaya sistemiydi (age, 42). Fakat aynı soruyu Osmanlı İmparatorluğu’nun tümü için değil, ama sadece bir evresi için yönelttiğimizde, İnalcık’ın aynı çalışmada Osmanlı uç toplumu için söyledikleri farklı bir boyut kazanmaktadırlar: “Köle ticaretinin, Küçük Asya, İran ve Arap topraklarında bulunan büyük pazarlardaki talep artışıyla birlikte ele alındığında, uç toplumu için geniş kapsamlı sonuçlara sahip olduğu görülmektedir”[çeviri bana aittir] (1980:75). İnalcık’ın buradaki açıklamasına göre, komşu kâfirlerin köleleştirilmesi s